-neyse tamam, sizde kusura bakmayın.
hanzoyu kollarından tutarak zütürdüler, alev de beni elimden çekiştiriyordu. adamlar uzaklaşmıştı.ben hala sinirliydim.
-ya alev bırakacaktın da adama bir iki patlatacaktım.ya bunun gibiler yüzünden bırak kızları biz erkekler bile yolda rahat yürüyemiyoruz.
-ya mahmut saçmalama. kavga hiçbir şeyi halletmez. adamı görmüyor musun?zil zurna sarhoş. ayrıca onlar üç kişilerdi. neyse ki diğerleri biraz aklı başındaymış.hem biraz ileride polisler vardı. gece vakti başımıza iş açmaktan başka hiçbir işe yaramazdı bu.
-sonrada al başına belayı. gece vakti karakollarda uğraş dur. ya bu adamlar nereleriyle içiyorlar anlamıyorum.
bir süre daha homurdandım. alev gülerek bana bakıyordu. bende ona gülümsedim.
-ne?
*
gözleri ışıl ışıl parlıyordu. birden boynuma atıldı ve sıkıca sarıldı.
-canım benim, nasılda kıskanırmış beni.:)
-ya kıskanmak değil de,ne biliyim. şurada arkadaşımsın, adam sana laf atıyor bende seyirci kalamazdım ya.
-öyle mi?:)
-ya ne var?:) biz de seni seviyoruz ki kıskanıyoruz. ayrıca şu anda canınla, ırzınla bana emanetsin.
muhabbetimiz evine kadar böyle devam etti. biraz sonra evlerine gelmiştik. alev:
-yarın buluşuyoruz değil mi?
-senden kurtulmak mümkün mü?
* buluşuyoruz tabi ki. cafede buluşalım istersen.
-aa aşk olsun, benden bu kadar çabuk mu sıkıldın?:(
-aman şaka yaptık be kızım, senden kurtulmak isteyen kim.hem senden sıkılacak erkeğin aklına şey ederim ben.
*
-canım benim. vakit müsait olsaydı bize girelim derdim ama malum, annem evde şu anda. üstelik elinde oklavayla beni bekliyordur şimdi, baya bir geç kaldım da.
-yok canım, şimdi gerek yok kimseyi rahatsız etmeye. hem gecenin bu vakti doğru olmaz. zaten bende bayağı bir yoruldum.eve gidip uyuyacağım.
-tamam canım, yarın görüşürüz o zaman.
yanak yanağa öpüşerek vedalaştık. hemen eve gittim. saat 2.30’u gösteriyordu. mustafa evde yoktu. anlaşılan rus sevgilisiyle beraberdi bu gece. hemen kendimi yatağa attım. alkolün etkisinden olacak, yatar yatmaz sızdım kaldım.
yine güzel bir gün daha doğmuştu. sımsıcak alanya’da güzel bir akdeniz sabahı. gerine gerine uyandım. dışarıya çıkıp biraz dolaştım. akdeniz,masmavi güzelliğiyle bana ışıl ışıl gülümsüyor, şırıl şırıl dalga sesleri ile bana “günaydın”diyordu. boyları göklere uzanan palmiye ağaçları meltem esintisinin tazeliğini buram buram yüzüme serpiştiriyordu.şu tatiller bitmese ne iyi olurdu. alanya’ya geleli bir hafta olmuştu. bu zaman zarfında alev’le beraber alanya’yı neredeyse keşfetmiştik. bütün sahillerinde, parklarında,caddelerinde ayak izimizi bırakmıştık. kızla neredeyse her gün beraberdik. birlikte ya gezerdik yada denizde yüzerdik. akşamları bazen evde oturuyordum, bazen bara, mustafa’nın yanına takılıyordum bazen de cafede arkadaşlarla takılıyordum. alev yanımda çok mutluydu. bende mutluydum ama içimi huzursuz eden bir şey vardı. alev’e bazı şeyleri itiraf etmek istiyordum ama bir türlü edemiyordum.bu düşüncelerle ilerlerken, birden cebimden gelen bir titreşimle irkildim.cep telefonum birisinin benimle görüşmek istediğini dürterek bana haber veriyordu. ekrana baktım arayan güzel birisiydi.
-efendim alev?
-nasılsın canım?
-i̇yiyim canım. dışarıdayım,sabah yürüyüşü yapıyordum,sen napıyorsun?
-bende evdeyim işte,her zamanki gibi. annem de işe gitti. hadi bize gelsene.
-şey bilmem ki,daha kahvaltı da yapmamıştım ama.
-olsun canım bende yapmamıştım,gel kahvaltıyı beraber yapalım. sana kendi ellerimle bir şeyler hazırlamak istiyorum.
-tamam geliyorum. eve haber veriyim de merak etmesinler bari.
-tamam canım bekliyorum.
eve haber vererek alev’in evine gittim. alev beni kapıda karşıladı. bütün sevimliliği üzerindeydi. işıl ışıl ela gözleriyle, sımsıcak gülüşüyle karşımda duruyordu. üzerinde beyaz bir tişört ve güzel bir short vardı. ayakları ise her zamanki gibi harika görünüyordu. tırnaklarında parlatıcı oje vardı. beni içeriye davet etti. güzel bir evi vardı. bahçe içerisinde oldukça güzel dekore edilmiş bir yazlık bir evdi. doğrusu ana-kız iyi zevk sahibiydiler. beraber balkona çıktık. çok güzel bir sofra beni bekliyordu. sofrayı görünce dudaklarımı büzdüm.
-hımm itiraf etmeliyim ki oldukça hünerli ellerin var alev.ne güzel bir sofra bu böyle.bir kuş sütü ekgib.
-senin için bir şeyler yapmaya çalıştım işte.ee annemiz çalışan kadın olduğu için ister istemez mutfak maharetlerimiz oluyor.
-çok teşekkür ederim canım ama fazla zahmete girmene gerek yoktu.
-ne zahmeti canım? hem senin için büyük bir zevkle yaptım.e hadi oturalım artık. çay soğuyacak.
beraber kahvaltımızı yapmaya başladık. alev’in kendi elleriyle yaptığı peynirli omleti iştahla yedim. arkasından ince dilimlerle kesilmiş salamları atıştırıyordum. doğrusu uzun zamandır böyle güzel kahvaltı yapmamıştım. alev ekmeğine reçel sürüyordu, birden ayağına reçel damlattı.tam ayağını silecekken alev’i durdurdum ve yere eğilerek ayağındaki reçeli yaladım. alev hayretle gülüyordu.
-ya sana inanamıyorum. nasıl miden kaldırıyor ya?
-niye kaldırmasında canım, ayağında zehir mi var sanki?
-ya çok enteresan birisin mahmut.bir başkası olsa iğrenmişti belki.i̇yi ama neden ayaklar?
ona anlayabileceği şekilde kadınların en çekici yerlerinden birinin de ayakları olduğunu ve bununla bazı erkekleri etkileyebileceğini anlattım ve ona sahip olduğu güzellikleri hatırlatmak istedim. galiba ikna olmuştu, gözlerime sevgiyle bakıyordu.
-ya harika birisin mahmut. kendimi prensesler gibi hissettim bir an.i̇yi ki yanımdasın.
bir an gözlerim dalıp gitmişti. alev’e bazı gerçekleri söylemem gerektiğini düşünüyordum ama henüz kendimi hazır hissetmiyordum. alev’in sesiyle kendime geldim.
-mahmut ne oldu?
-hiç, dalmışım bir an. sen zaten prensessin güzelim.
alev birden ayağını reçel tabağına bandırdı ve yüzüme uzattı.
-al bunu da yala, madem bu kadar çok seviyorsun ayaklarımı, yalasana hadi
reçelli ayaklarını bana yalattı. arkasından ayağını sarelleye bandırdı.o güzel ayaklarından bir şeyler yemek daha bir tatlı oluyordu.bir süre bu muhabbet devam etti. daha sonra alev yanıma oturdu “kıyamam sana” diyerek elindeki tereyağlı, ballı ekmeği ağzıma koydu. kollarını omuzlarıma sararak dudaklarımdan öpücük aldı.i̇kimizde karnımızı güzelce doyurmuştuk. ellerimize çaylarımızı alarak t.v. nin karşısına geçtik. güzel bir film izliyorduk.i̇kiz koltukta yanyana oturuyorduk.bir ara koltuğa uzandım ve başımı alev’in dizlerine koydum. alev de saçlarımı okşuyordu.bir saat kadar sonra film bitmişti. televizyonu kapattık. alev:
-bana gitar çalar mısın mahmut?
-çalarım çalmasına da hani gitar?
odasına gitti ve elinde bir gitarla geldi. gitarı kontrol ettim, telleri akortsuzdu. hemen bir akort çektim.
-hımm iyi bir markaymış. gitarının olduğunu niye daha önce söylemedin bakayım? çalmasını biliyor musun?
-ne bileyim söylemek hiç aklıma gelmedi. odamda öylece duruyordu.i̇ki yıl kadar önce bir hevesle almıştım, birkaç gün kursa falan gittim ama çalmak zor geldi. öyle olunca bırakıverdim.
-yazık, halbuki devam etseydin iyi olurdu.her işin biraz zorluğu vardır. ama önemli olan istek ve azimle işe sarılmaktır. düzenli bir çalışmayla da o zorlukları aşabilirsin.
-aman, uğraştık biraz tabi ama ne o öyle la minör,mi minör falan? hoca da hiç öğretemiyordu zaten. ayrıca iki yıldır üniversiteye girmekle uğraşıyordum, bunla uğraşmaya vakit mi vardı sanki. sen beni boş ver de bir şeyler çal.
hemen güzel bir parça girdim. bildiğim romantik parçaları sırayla geçiyordum. alev kendinden geçmişçesine beni dinliyordu.bir ara aklıma bir çılgınlık geldi. kalktım ve yere, ayaklarının önüne oturdum ve bir serenat geçmeye başladım. alev’in etkilendiği her halinden belliydi. ela gözleri ışıl ışıldı. birden ayağını kaldırdı ve gitarın tellerinde gezdirmeye başladı. öyle olunca tellerden istemediğim sesler çıkıyordu. diğer ayağını da gitarın klavyesinde gezdirmeye başladı. öbür ayağı ise gitarın gövdesindeydi. enstrümana olan hakimiyetimi tamamen kaybetmiştim.