1. 1.
    +1
    isveç akademisi’nin değerli üyeleri, değerli konuklar ve onlardan da değerli ekşi sözlük okur ve yazarları, babamın hepinize selamı var.

    dün babam, elinde bir koca dosyayla çalıştığım bankaya uğradı. beraber çay içip bir süre sohbet ettik, bir bakmamı isteyerek dosyayı hafifçe masamın bir ucuna yerleştirip ürkekçe yanımdan ayrıldı. uzunca bir süre etrafında dolandıktan sonra kendimde yeterli cesareti bulup dosyayı açtım. nüfus cüzdanı fotokopisi, ikametgah yerine geçebilecek ödenmiş bir fatura, maaş bordrosu ve mesai arkadaşı olan bir devlet memuru kefilin evrakları... babam, ihtiyaç kredisi için gerekli tüm belgeleri hazırlamıştı. hatta dosyadan, bir de hiç gerek olmadığı halde evimizin tapu fotokopisi çıktı. devlet memurluğunun banka korkusunun, kredi korkusunun, tüm evrakların tamam olması korkusunun biricik göstergesi, babamın bir bütün yaşdıbını özetleyen kooperatif evimizin tapu fotokopisi.

    “463 ada, 5 parsel ana gayrimenkul, 7.kat bağımsız bölümün tamamı s.s.nobeloğulları konut yapı kooperatifi adına kayıtlıyken, satışından, depeyi’nin dedesi oğlu depeyi’nin babası adına tescil edildi” ibaresini içeren tapu, hiçbir kısmında evin kütüphane bölümünden söz etmiyordu. oysa bizim, kapalı dolaplarında ‘mutlu günlerimizde birinden gelmiş’ ve illaki ‘mutlu günlerinde birilerine zütürülür’ ihtimaliyle kullanmadan sakladığımız borcamlarımız, bir bütünlük sağlamayan ama atmaya kıyılamayan tuhaf biblolarımız ve sadece misafir geldiğinde salondaki masaya serilecek beyaz örtümüzle çok hoş duran arcopal yemek takımımızı koyduğumuz devasa vitrinimizin açık raflarında oluşturduğumuz bir kütüphanemiz vardı, gazetelerin verdiği angiblopediler sağ olsun. aynı kuşağa mensup bir çok çocukluk arkadaşım gibi benim de evde okuyabileceğim yegane yazılı ürün olan bu angiblopediler, bugün biliyorum ki beni edebiyatla tanıştıran ilk aracılardı. a maddesinden okumaya başlayıp, a – ab – aba - abasıyanık, sait faik maddesine kadar sıkılmadan gelebilenlerimiz bugün bile olası bir kültürel ortama dahil olduklarında “benim en sevdiğim yazar sait faik abasıyanık, adapazarı 1906 – istanbul 1954” diyebilme şansına sahip oldular. p harfi çok uzaktı, taa kaçıncı ciltteydi; hiçbirimiz ‘pamuk, orhan’ a ulaşamadık.

    işte böyle bir evde, böyle bir kütüphaneyle babamın “kitap okumak çok önemli, oku oğlum, hep oku” tavsiyesinin arasındaki çelişkiyle ortaokulu bitirdim. fen lisesi sınavı başvuru formunu (yazdığım ilk nesir olması açısından ciddi önem taşır hayatımda) babama gösterdiğimde, biraz da abartılı bir heyecanla bana “fen lisesini kazanacaksın!” cevabını verdi. aramızdaki o tuhaf sessizlik anında babamın bunu “bir gün paşa olacaksın!” sözündeki o coşkulu içtenlikten ziyade “oğlum, elde etekte hiçbir şey yok iki memur maaşından başka. mecbursun. mecbursun düzgün okuyup iş bulmaya” zorunluluğundaki boğaz düğümlenmesiyle söylediğini, babamla göz göze gelince fark ettim. çocukların, babalarının boğazları düğümlendiğinde gözlerine bakmaması gerektiğini öğrenişim, o gündür.

    ne olduğunu, girince ne öğretildiğini, bana uygun olup olmadığını bile bilmediğim ama “iş bulabilmem” için gerek şart olarak önüme konan fen lisesini babamın gözleri için kazandım ben. yine de peşimi bırakmadı o gözler. tiffany’nin rengarenk pofuduk montlarını ve sarı yumuşacık cat botları bir sene değil, iki sene değil, bir koca kuşak erteleyip “ben oğluma alabilirim belki, bunun için üniversiteyi kazanmalıyım” dedikçe gözlerim aynı babamın gözlerine benzedi. monta, bota ve bilumum ‘artık insan lisedeyken her neye özeniyorsa’ ona veremediğimiz parayla test kitapları alışımız bu döneme denk gelir işte. işte bu yüzden ben bilirim ankara’nın bütün izbe sahaflarını ve işte bu yüzden ben bilirim babamın daireden getirdiği bir yüzü boş kağıtlara testleri çözdüğümde kitabın temiz kalıp, geri satarken daha fazla para edeceğini. 95 basımı bir ihsan oktay anar’ın 96 yazından önce sahaflara düşmeyeceğini ve düştüğünde de ancak bir koca tümay matematik seti’yle yahut az bulunur bir fem-fizik 3’le takas edilebileceğini bilmem de bu yüzdendir. puslu kıtalar atlası’nı, o iğrenç üniversite sınavına hazırlık gecelerimde sadece babamın horultusuyla kaplı evde, tek başıma, kaloriferi kimbilir kaçta sönmüş bir odada dönüp dönüp okuduktan sonra içim parçalanarak sahafa geri vermek zorunda kalmayı da, raflardaki test kitaplarından kusacak gibi olup, bir ‘hovardalık’ daha yapıp onun yerine otostopçu’nun galaksi rehberi’ni alıp eve giden yol boyunca koynuma yaslamanın ne demek olduğunu da bu yüzden bilirim ben. babamın bana verebildiği parayla oluşan, her kitabı mobil kütüphanem de budur işte; elde tutulabilecek bir kitap ve sürekli sahaflara gidip gelinen bir döngü.

    bu döngü üç yıl boyunca devam edip sonunda babama üniversite tercih formumu (yazdığım ikinci nesir olarak addedebilirim) verdiğimde, babam biraz da abartılı bir heyecanla bana “odt
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster