4.
her şeye rağmen fransız devrimi ve 1848 işçi devrimleri ile dünyaya saçılan sosyalist-komünist düşünceleri bir soyağacı olarak da düşünmek mümkün. bu soyağacının devletçi sosyalizmler veya komünizmler ile özgürlükçü sosyalizmler ya da komünizmler olarak kabaca iki geleneğe ayrıldığı söylenir. (bkz:
kropotkin) bu geleneklerden devletçi olanı giderek kendisini komünizmden, yani devletsiz özgürlükçü toplumdan ziyade devlete yaslamaya ağırlık gösterdikçe, komünizmden tuhaf bir biçimde bir tür liberalizm yapmıştır. (söz konusu devletçi komünizm, liberalizmin geçirdiği bütün değişimlere de karşılık gelir.) burada bir duralım. aristokrasinin dine ve kralın kutsal haklarına dayalı egemenliğini kırmak isteyen burjuvazinin, savaşını rasyonalizm ile başlatması doğaldı. sanayileşme, kuşkusuz toprak kölesi olarak yaşayan serflerin ücretli işçilere dönüştürülmesini ve daha verimli bir üretim sistemini doğuracaktı. teknolojik gelişim için hurafelerden uzaklaşmış deneysel bilim, iç pazarın ele geçirilmesi için birleşik bir rasyonel hukuk sistemi ve soydan gelen ayrıcalıkların ortadan kaldırılması -yani yasalar karşısında eşit ve özgür insan- gerekliydi. bütün bunlar, aristokrasinin katı ideolojisi ile kaba güce dayalı iktidarına karşı amansız bir savaşımı doğurdu. elbette bir tahakküm sisteminin (her ne kadar yerine bir başkasını kurmak için de olsa) karşısında mücadele edenlerin ideolojileri özgürlükçü (liberal) adını alacaktı. kimin için? tarihsel kapitalizmin temellerini atacak olan burjuvazi için. tarihte bir ilk olan, soydan gelen ayrıcalıkların yasal düzlemde kaldırılması, kralın mutlak egemenliğinin sınırlanması, soyluluğun iktidardan tasfiyesi, dinin toplumsal yaşamı düzenleyici bir kurum olarak yerinden edilmesi, doğal olarak daha radikal özgürlük taleplerini de doğurmuştu. çok kalın çizgileriyle sosyalist komünist akımların liberalizmle aynı devrimci potadan doğması şaşırtıcı değildi. ve doğal olarak bu akımlardan bazıları devletin ve egemenliğin eleştirisini en tutarlı noktasına kadar zütürüp onun kalıntılarından sıyrılmıştır.
sosyalist komünist düşünce tam da mutlak biçimde devlet karşıtı olan uğrağına 1848 devrimlerine doğru proudhon’un şahsında anarşizm (
#2195221) adıyla ulaştı. seçilen ad, bir anlamda sosyalizmi/komünizmi devletçilik ve iktidar sevgisine dönüştürenlere karşı alınmış bir önlem haline de geldi. seçilen ad, bugüne kadar anarşizmin herhangi bir iktidar ve egemenlik ilişkisinin dümen suyunda yozlaşmamış oluşunun da kanıtladığı gibi yerindedir. iktidarı alt edemeyeceği zamanlarda radikal siyaset, gerçekçilik retoriği ve popülizm yoluyla ara yollara girmek ve dejenere olmaktansa yok olup yeraltı akımlarına dönüşerek, başka akraba akımlarla buluşarak, başka bir zaman ve mekanda, yenilenmiş, bilenmiş ve bellek sahibi bir akım olarak zuhur edip durur. anarşizmin yer altı tarihi de bunun çisimleşmesidir... burjuvazinin aristokrasiyle el ele verip işçi devrimlerini bastırması burjuvazinin liberalizminin ne olduğunu açığa vurmuştu. devlet gücünün, devredilmiş iktidarın, kimin hangi niyetin elinde olursa olsun tahripkar olduğunu görmüşlerdir anarşistler. bir yandan özyönetime ve federasyona dayanan proudhon’un toplumsal anarşizminin, öbür yandan da bireysel bağımsızlığı en ileri noktasına kadar zütüren stirner’in bireysel anarşizminin aynı dönemlerde (1840’larda) birbirlerinden bağımsız olarak ortaya çıkışı, her türden aşkın egemenliğin reddedilmesi ile kapitalizm ve devlet eleştirisinden kaynaklanan siyasal radikalizmin en uçtaki ufkunu oluşturmuştur. bundan sonraki tüm radikalizmler ya bu iki radikal ucun arasında ya da gerisinde -bireycilik ile devlet karşıtlığı arasında- salınmışlardır.
5.
bugünden baktığımızda marksizm’in, liberalizm, ulus-devletçilik ve devletçi komünist düşünceleri birleştiren bir sosyalist geleneğin en rafine şekli olduğunu söylenebilir. 19. yüzyıl sosyalizm/komünizmleri, birbiriyle iletişim halinde ve çok çeşitli bir görünüm sergilerler. buna karşın, 20. yüzyılın sömürgecilik karşıtı ulusal bağımsızlık hareketleri, emek hareketleri, emperyalizme ve sosyalizme karşı sosyalist mücadeleler, faşizme karşı direnişler gibi birbirlerinden çok farklı karakterdeki sayısız hareketin içinde yer almış bulunan sosyalistler ise kendi içlerinde ne kadar bölünmüş olursa olsun marksizm karşısında tuhaf bir birlik sergilerler. sayısız yoruma da sahip olsa, versiyonlar hep marksizm'in versiyonlarıdır, sosyalizmin ya da komünizmin değil. bu durum genellikle marksistler tarafından tek ve bütün bir tarih olarak övünç kaynağı gibi malzeme haline getirilse de bu sayısız “marksizmler” arasındaki mücadelede hadsiz hesapsız kan döküldüğü bilinir.
6.
marksizm ne kadar kendini tekil bir dünya marksizmi olarak kurmaya çalıştıysa tam da aynı nedenle sayısız mezhebe bölünmüş bir iman halini almıştır. bu durumda çeşitli marksist kiliseler arasında hiçbirisinin aslında marksizmi temsil etmediği gibi bu “marksist sosyalizmlerin” 19. yüzyılın diğer sosyalist komünist akımlarla da iletişimleri neredeyse yoktur. zira marksizm’in mesihgil karakteri burada da devreye girmiştir: kendi tarihinin yazımı sırasında kendi dışındaki (burada hangi “kendi” diye sorulacak olursa cevap ilahi vahye uygun olandır, yani her biri de marx engels lenin, marx engels lenin stalin, marx engels troçki, marx engels mao, gibi bazen üçlü bazen dörtlü ama her zaman matta markos luka yuhanna’yı da çağrıştırır şekilde klagib kuruculara dayanan) bütün akımları bir tür prehistoryaya indirger. modern çağda bilim dinin yerini almıştır der feyerabend. bilimsel komünizm (marksizm) ise ortadan kalkan dinin boşluğunu bu yeni bilim söylemini de içselleştirerek doldurmuştur. böylece alt sınıfların bir türlü vazgeçemedikleri mesihçi kopuş fikrini ikame eden bir devrim teorisi oluşturup bir tek tanrılı din haline gelmiştir. ve oldukça tipik bir şekilde hıristiyanlığın niteliklerini taşır. (hegel marx bilimsel sosyalizm = teslis = baba oğul kutsal ruh) vahyin geliş anı komünist manifestonun yazılışıdır. marksist literatürde manifestodan önce ve sonra diye marx’ın peygamber oluşu dönemleştirilir. bu dönemleştirme sorunu 1960’larda içinde althusser’in başını çektiği bir genç marx tartışmasına da yol açmıştır. marx’tan önce, marx’tan sonra, marx’ın büyük bilimsel devrimi gibi marksist literatürde sık rastlanan ifadeler bu büyük bilimsel doğum anını tarihler. bizzat komünist manifestonun kendisi kendinden önceki sosyalist yazını ve akımları yanlışlayarak yapar bunu. öteki sosyalist akımlarla irtibatını kesmek ve sürekli kendi saf retoriğini oluşturmak için uğraşan marksizm, diğer sosyalist akımları, hıristiyanlığın pagan inançları lanetlemesi gibi lanetler, onları bir tür vahyedilmiş sosyalizm karşısında kafir ya da zındık ilan eder. böylece marksizm, irtibata geçebileceği diğer sosyalizmlerle polemikleşerek, onları aşağılayarak, partiden, enternasyonalden tasfiye ederek, sürerek, kampa kapatarak, öldürerek -engizisyon- sürekli olarak kendi tekilliğini vurgulamış, babasız doğan isa gibi, dünyaya geldiğinin altını çizmiştir. oysa bütün bu uğraşlara rağmen tek bir marksizm yoktur, hiç olmamıştır. tek bir sosyalizmin veya komünizmin olamayacağı gibi...