0
ncak çocukların bu çığlıklarını sağır yürekler duymamış. mahkemeler kurulmuş, kurullar toplanmış, dünyanın dört bir yanından pedagoglar, pgibologlar, bilim adamları çağrılmış. herkes deniz�in işlediği suçun nedenini araştırmaya koyulmuş.
i̇lk gece, polis merkezinde, üşüyüp ağlayan deniz�in gözünü uyku tutmamış. yaptıklarını ve kendisine yapılanları düşünmüş. kendince suç kavrdıbını sorgulamış ve �kim suçlu?� sorusuna yanıtlar aramış. kafeslerini kırdığı ev sahiplerini düşünmüş, özgür kalınca kanatlarını sevinçle çırpan minik kuşları�
sonra arkadaşlarını, öğretmenlerini, anasını ve babasını, ninesini düşünmüş. yüreği sızlamış deniz�in hepsini de özlediğini anlamış. ertesi gün ziyaretçileri olmuş deniz�in. öğretmenleri ve okul arkadaşları gelmiş, renk renk çiçekler, çeşitli hediyeler verip onu teselli etmeye çalışmışlar. ziyaret saati bitince de boynu bükük gitmişler. ardından bütün ülkenin sarı saçlı, gökgözlü çocukları deniz�e üzüntülerini belirten kartlar, mektuplar göndermişler. ama kurulan mahkeme çok acımasızmış. çocukların protestosunu da hiç önemsemiyormuş. deniz�i diğer çocuklara da kötü örnek olmasın diye cezalandımak istiyormuş yargıçlar.
deniz, uykusuz geçirdiği bir gecenin verdiği yorgunlukla hemen uykuya dalmış ve dalar dalmaz da başlamış rüyalar görmeye. rüyada yaşlı bir ninecik oturmuş bir pınarın başına, deniz� e �körler ülkesi� masalını anlatıyormuş, ama bu bilge ninesi değilmiş. rüyadaki ninenin anlattığı masal şöyleymiş;
�evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde, dünyanın bir yerinde, bir baba ile oğul varmış, bunların fazlaca bir dertleri yokmuş; işleri, aşları onları kimseye muhtaç etmezmiş. ama babanın bir sorunu varmış; oğlunun eğitimsizliği ve cehaleti. o devirlerde ne oğlunu gönderebileceği bir okul ne de ders verebilecek öğretmenler varmış. okul ve öğretmenler yokmuş ama çocuk dünyayı tanımalı ve bilmeliymiş. çünkü babanın inancı, �alimler gözlüdür, cahiller ise kör�� biçimindeymiş. sonuçta baba karar vermiş; oğlunun gözü açılmalı, dünyayı görüp tanımalıymış. baba ile biricik oğlu bilinmeyen ülkelere doğru yola çıkmışlar. az gitmişler uz gitmişler, sonunda bir de bakmışlar ki, körler ülkesi diye bir yere gelmişler. olacak bu ya, tam körler ülkesine geldiklerinde, çocuk bir hastalığa yakalanmış. eli ayağı tutmaz olmuş. baba şaşkın, çocuk bitkin uçan kuştan medet ummuşlar. tam o anda �korkma� diye yüreklendirmişler. babanın etrafına toplananlar. ve, �siz buranın körler ülkesi dendiğine bakmayın, buranın öyle becerikli bir hekimi var ki kime dokunsa hastalığından iz kalmaz� demişler. böylece baba yatıştırılmış ve çocuk tezelden hekime kavuşturulmuş. hekimbaşı usta parmakları ile hastasını tepeden tınağa bir güzel yoklamış. hemencecik de illetin nedenini bulmuş; sorun çocuğun gözlerinde imiş. burnun ile alnın birleştiği noktanın sağında ve solunda bulunan çukurlara gömülü, bıngıl bıngıl devinen oval iki cisimcik. açılıp kapanan birer deri kapakla örtülü�.
i̇şte hepimizin bildiği insan gözü, illetin nedeniymiş. hekim böyle söylemiş, teşhisi böyle koymuş. operasyon kısa sürede bitmiş, dışarıya çıkarmışlar çocuğu. baba bir de ne görsün, çocuğun dünyayı görüp tanıyacağı gözlerinin ikisi de yerlerinden çıkarılmış. çünkü körler ülkesinde herkeste göz düşmanlığı varmış. körler bilginin, ışığın, aydınlanmanın en önemli aracı olan göze düşmanmış. daha o çağlarda �aydınlık ile karanlığın, bilgi ile cehaletin� savaşı varmış. ancak baba ve oğul geç anlamışlar bu gerçeği ve ağır ödemişler bedelini. ve bu sonuç karşısında sanki dünya bir anda başlarına yıkılmış baba ile oğulun. yaşam zindan olmuş, ama ne acı duyacak halleri kalmış, ne de acıya dayanacak güçleri. acıyı acıyla bastırmışlar boynu bükük���
deniz gördüğü düşün etkisiyle ter içinde uyanmış. bir korku sıkıca sarılmış boğazına. kendini o hekimin elinde imiş gibi hissetmiş. sevdiği onca yüzü düşünmüş, ama hiç birisini anımsayamamış, sisler arasında yalnız kalmış. bir yerlerden ince bir ezgi çarpmış kulaklarına, çoğalan, delirten bir ezgi�. usuna babasının üzgün, perişan yüzü gelmiş, bir güvercin uçuvermiş yüreğinden, acıyla ürpermiş. deniz�in ağzından �baba� diye bir inilti çıkmış. sonra gördüğünün korkulu bir düş olduğunu fark edince derin bir oh çekip rahatlamış.
derken duruşma günü gelmiş binlerce çocuk yığılmış mahkemenin önüne, onlarca polis otosu eşliğinde deniz mahkemeye getirilmiş. yargıçlar sertçe bakmışlar deniz�e. savcı iddianamesini okumuş, yargıçların en yaşlısı korkutucu bir sesle �bütün bunları neden yaptın?� diye sorular yöneltmiş. yargıçların bütün sorularına deniz susarak yanıt vermiş. yargıç öfkelenmiş dağlar kadar. deniz�i azarlamış. �sende hiç acıma duygusu yok mu, kalp yok mu?� demiş. deniz ise �ben kalbimi kuşlara verdim.� diyerek ilk ve son yanıtını vermiş. yargıçlar kendi aralarınada fisıldaşıp, konuşmuşlar. sonuçta deniz�in bir kuş gibi, demirden bir kafese konulup uzak ve ıssız bir ormana bırakılmasına karar verilmiş. bu haber dünyadaki bütün kuşlara yıldırım hızıyla yayılmış. bir çok kuş toplanıp, kanat çırpmışlar, dönmüşler gökyüzünde, sonra da hep birlikte saldırmışlar kafese, günlerce gagalamışlar ama nazlı gagaları parmaklıkları kırmaya yetmemiş. kafesi parçalayamamışlar. parçalayıp da deniz� i özgürlüğüne kavuşturamamışlar.
günlerce düşünmüşler ve sonuçta hepsi gücünü birleştirerek. deniz�i köyünün güzel ormanına zütürmeye karar vermişler. bütün kuşlar kanat açıp, kırk gün kırk gece, dağ demeden deniz demeden uçmuşlar. deniz�in o güzelim köyünün ormanına ulaşmışlar. yağmur yağdığında hepsi birden kanatlarını kafesin üstüne gerip korumuşlar. güneş açtığında sevinmişler. dünyanın her yerinde türlü türlü yiyecek ve çeşit çeşit kitap taşımışlar. kuşlar her akşam kafesin etrafında toplanıp ötüşerek deniz�i teselli etmişler. cıvıltılarla uyutmuşlar, her sabah yeniden en güzel sesleriyle uyandırmışlar. beraberce gülüp, oynayıp, şarkı söylemişler. deniz onlara şiirler okumuş, bilge ninesinden öğrendiği masalları anlatmış, kuşlar deniz�i anlarmış deniz de kuşları��
Tümünü Göster