1. 376.
    0
    deniz bu sorunları günlerce düşünmüş; çiçeklerin saksılara, kuşların kafeslere konulmasına bir anlam yüklemeye çalışmış, ama becerememiş. gün geçtikçe suskunlaşmış, konuşmaz gülmez olmuş ve yemeden içmeden kesilmiş. sanki uzak diyarlarda dilsiz, kolsuz, kanatsız kalmış. gitgide içine kapanmış, yapılan bu haksızlıklara öfkelenmiş, ancak bağırıp çağırmamış, suskunlukla direnmiş.

    derken bir gece hastalanmış deniz. günlerce ateşler içinde yatmış, yatarken de köyünü sayıklamış, uyanıkken perihan ninesini hayal etmiş. ninesi yine ona öğütler vermiş, destek olmuş yalnızlığında, yol göstermiş. ninesi deniz�e �konuş deniz�im, yine göz kırp yıldızlara, çiçeklere gülümse, gülücükler dağıt, göster sevgi dolu yüreğini herkese. i̇yi olmalısın sen, hastalanırsan üzülürüz. yaşlı yüreğim dayanamaz acına. sonra bütün kuşlar da üzülür; dağlar, taşlar başlar ağlamaya. yerin kulağı duyar olup biteni, bütün ormanlar yas tutar. menekşeler sulara döker kirpiklerini, sular acı keser, acı yolları�� dermiş. sonra bir an duraksar, yorgun ciğerlerini soluklandırır ardından deniz�in saçını okşar, konuşmasını yine sürdürürmüş.

    ama deniz onun söylediklerinin çoğunu duymaz, atların kişnemeleri, kuzuların melemeleri arasında rüyalara dalarmış. köyünde iken her akşam yatmadan önce, ninesi deniz�e kuşlar, çocuklar ve çiçeklerle ilgili masallar anlatırmış. sonra. �o yıldız senin, bu yıldız benim� diye ninesiyle yarışır, gökyüzünün sonsuz ışıltısına bakar, uyurlarmış. oysa deniz bu kente geleli bir yıldız bile görememiş.

    günler sel gibi haftalar yel gibi geçip gitmiş. deniz iyileşip eski sağlığına kavuşmuş, ama özlemi hiç mi hiç dinmemiş. nereye gitse özlemini de oraya zütürmüş. zaman zaman özlemi içinde onulmaz bir sızı olur depreşir. ne yapsa ne etse önüne geçemezmiş.

    deniz zeki, enerjik, başarılı ve itinalı bir çocukmuş. ögretmenleri onun bu niteliklerini yararlı bilgi ve sağlıklı bir çevre bilinciyle dengede tutmak için yoğun bir çaba içine girmişler. deniz de yavaş yavaş okul yaşdıbına alışmış. bu nedenle öğretmenleri iyi bir şey başarmış olduklarını düşünerek gönenmişler, kıvanç duymuşlar. çünkü deniz en zor meseleler üzerinde bile inanılmaz ölçüde düşünceler üretir, günlük ders ve ödevlerini büyük bir istekle hazırlar, olumlu taraflarını eliştirmeye çalışırmış.

    deniz her zaman sevimli, duygulu, insanları kırmamaya özen gösteren, herkesin yardımına koşan bir çoçuk olduğunu göstermiş. onun doğa sevgisi ve bilgisi de herkesin dikkatini çeker ve bu güzel nitelikleri çevresinde sevilmesini sağlarmış. hatta, onun bu özelliklerini öğretmenleri diğer çocuklara anlatıp, örnek gösterirmiş. anne ve babası da deniz� i bu meziyetleri nedeniyle dünyanın en akıllı çocuğu olarak görürlermiş.

    deniz bir yandan çevresine uyum sağlamaya diğer yandan da kendine yeni uğraşlar edinmeye çalışıyormuş. i̇şte o günlerde, evlerinin önüdeki küçük bahçeyi düzenlemek aklına gelmiş ve şimdiye kadar bunu düşünemediği için de kendine kızmış. o günden sonra en büyük uğraşı bahçesi olmuş. oraya çeşitli bitkiler dikip, çiçekler ekmiş. bahçesindekiler de boy verip renklenince bütün boş zamanlarını onlara bakmakla geçirir olmuş.

    çiçeklerin yanında mutlu olurmuş ya yine de içten içe hüzünlenirmiş. çünkü, deniz bu insanları anlamıyormuş. onlar, kendilerini doğadan uzak, beton duvarlar arkasına kapattıkları yetmiyormuş gibi kuşları da kafeslere tıkmışlar�

    her şey bir yana da ya o büyük kentlerin meydanlarında gördüğü sürü sürü tembel güvercinlere, kirli kanal sularında nazlı nazlı yüzen kuğulara ne demeliydi? böylesine kanatları olur da, kentlerin o pis havasında, suyunda nasıl dururlardı? uğuldayan iş makineleri, göğü kirleten fabrika bacaları, araba sesleri, eksoz dumanları, müzik diye zangır zangır bağıran hoperlörler ve estetikten uzak, çirkin apartmanların arasında nasıl yaşanır? deniz bu soruları durmadan sormuş kendine, ama yanıt bulamamış. çocuk aklı anlamaya, yanıtlamaya yetmemiş bu soruları.

    ve günün birinde öfkesi öylesine büyümüş ki, gidip babasının onarım işlerinde kullandığı keskin mi keskin testereyi alıp, fırlamış sokağa. kafes gördüğü ilk eve dalmış ve buradaki kafesi kesmiş. ve o günden sonra, her gece evlere girip, kafeslerin çubuklarını keserek kuşlara özgürlüklerini vermeye başlamış. deniz� in bu yaptıkları kafes sahiplerini çılgına çevirmiş tabiî. günlerce gazetelere ilanlar verilip, duvarlara afişler asılmış. radyo ve televizyonlarda duyurular yayınlanmış. bu yayınlarda, �korkunç ve affedilemez suçu işleyen canavar� hakkında bilgi verenlerin ödüllendirileceği açıklanıyormuş. ancak deniz yılmamış. yine her fırsat bulduğunda evlere, bahçelere girip kafesleri kesmeye devam etmiş. o ülkeyi yönetenler çok kızmışlar bu işe, kentin bütün polisleri bu kafes canavarını yakalamak için yarışa girişmiş, günlerce pusu kurup beklemişler. ama bu bir sonuç vermemiş. bir defa polis, asker bütün ülke düşmüş bu kafes canavarının peşine. yine günler, haftalar, aylar geçmiş ama yakalayamamışlar.

    deniz, bir akşam yine elinde testeresiyle büyükçe bir eve girmeye çalıştığı sırada pusu kuranlar tarafından yakalanmış. ve bu haber ülkenin her yanında bomba gibi patlamış. gazeteler deniz�in boy boy fotoğraflarını basmış, televizyonlar çeşitli görüntüleri getirmiş ekranlarına, radyolar ise her haberinde duyurmuşlar. i̇lgililer ise bu �canavarın� yakalanışına müthiş sevinmişler. günlerce süren şölenler düzenlenmiş, bayram gibi kutlamışlar bu başarılarını.

    ama bu sevince katılmayanlar da varmış: ülkenin altın saçlı, gökgözlü, güzel çocukları deniz�in yakalanışını üzülerek karşılamışlar. topluca göşteriler düzenleyip yönetimi protesto etmişler. özgürlük istemişler. deniz özgür olsun demişl
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster