0
demeyi özledim beyler hadi diyin binler:
takvimler 6 eylül 2002 tarihini gösteriyordu... ben (weird{jr}), kaan (ayakdelis) ve tuncay (fus10), değerli zevkdaşımız oltan (trample34) ‘ı tüyap’taki cebit 2002 bilişim fuarında ziyaret etmeyi amaçladığımız bu günün erken saatlerinde, sanal fetişizm dünyasından günlük hayata taşınan dostluğumuzun 3.senesini doldurduğumuz tuncay ile beraber anadolu yakasından, net ortamından tanıdığımız ancak şahsen ilk kez tanışma fırsatı bulacağımız kaan ile buluşmak üzere beylikdüzü’ ne hareket ettik... fuar kompleksine varıp kaan ile buluşup tanıştığımızda, üçümüz birlikte oltan’ ın katılımcı olarak görev yaptığı şirketin standını bulmak üzere fuara alanına girdik...
kısa bir süre sonra kolayca ulaştığımız standda oltan bizi karşıladı... çok yoğun olmasına rağmen oltan’ ın, değerli zamanından feda ettiği bir saatlik süre içerisinde fuar dahilinde bir cafede oturup bir yandan iyice acıkan midemizi doyururken, bir yandan günlük hayatımızda çevremizden her daim gizleme ihtiyacını hissettiğimiz fetişizm, kölelik ve de trample konusunda rahat ve bir o kadar da keyifli şekilde uzun uzun sohbet etme fırsatı bulduk... son derece keyifli geçen bu sohbet sonunda, nasıl bittiğini anlamadığımız 1 saatlik süre dolduğunda oltan, görevli olduğu standa üzülerek de olsa geri dönmek zorunda kalınca ben, kaan ve tuncay ile birlikte fuarda sergilenen teknolojinin son harikaları ürünleri incelemek üzere koca bir labirenti andıran fuar alanında turlamaya çıktık...
fuarda sergilenen bilgisayarları, telefonları ve diğer iletişim araçlarını seyreden binlerce insanın oluşturduğu kalabalık arasından gözümüz sürekli yerlerde, standları geziyorduk... canlı yada cansız herhangi bir nesneye ayağımızın takılıp olası bir zarara yol açmamak için gözlerimiz sürekli yerlerdeydi cümlesini sarf etmiş olsam şu an bu hikayeyi okuyan kaç kişiyi kandırabilirdim??? üç azılı ayak fetişistinin sürekli yeri gözetleyen gözleri yerlerde ne arıyor olabilirdi güzel ayaklardan başka?? dürüst olmak gerekirse fuar alanı boyunca her çeşit ayakkabının sergilemiş olduğu yüzlerce muhteşem ayaklardan geçilmeyince başka bir istikamete bakmak için geçerli bir nedenimiz yoktu...
dolaştığımız 40-50 dakikalık süre sonrası bakışlarımız, kaan’ın bizlere işaret ettiği yöne doğru odaklandı... hangi şirkete ait olduğunu hatırlamadığım bir standın önündeki televizyon ekibi, fuarda bulunan bir çok ünlü kişiden biri olan oyuncu meltem cumbul ile röportaj yapabilmenin uğraşını veriyordu... standın çevresi pek kalabalık değildi... hatta üçümüz oradan geçerken bizden başkası yoktu etrafımızda... televizyonlarda çoğu zaman paspal “köylü” görüntülerine şahit olduğumuz meltem’in o gün bürünmüş olduğu muhteşem güzelliği, gözlerimizi kamaştırıyordu... güneşten az derecede nasibini almış bronz vücudunun taşıdığı ve siyah renginin ağırlıklı olduğu elbiseleri tamamlayan o muhteşem ince bantlı topuklu ayakkabıların cömertçe sergilediği ayakların da bu güzellikle birleşmesi sonucu seyredilmesine doyum olmayan bir meltem çıkmıştı karşımıza...
kısa bir süre için de olsa meltem’in, televizyonlarda görmeye pek alışkın olmadığımız bu güzelliğinin keyfini çıkarmaya imkanı bulduk... ancak meraklı bir erkek topluluğu izlenimini uyandırmamak için, tuncay ve kaan ile aramızda oluşturduğumuz birer metrelik aralarla standın önünden yavaşça geçerken sıralamanın en sonunda bizimkileri takip ettiğimde meltem’in, röportaj telaşı içerisindeki televizyoncuların bu çabasından sıkılmış bir ifade ile bakışlarını bir yere odakladığının farkına vardım... baktığı noktaya tatlı bir gülümseme ile, dile getiremediği bu sıkıntısını gözleriyle birine anlatmaya çalışarak, onun kendisini bu sıkıcı durumdan kurtarmasını bekliyor gibiydi... bu bakışların, meltem’in tanıdığı simalardan birine yöneldiğini düşünürken, bakışların hedefi olan noktaya başımı çevirdiğimde gözlerime inanamadım... bakışları, 1 metre önümden giden ve meltem’in bu güzelliği ve bakışları karşısında donup kalan tuncay’a odaklanmıştı... böylesine bir bakış için pek de kısa sayılmayan 5-6 saniyelik bir süreden sonra meltem, dikkati yine televizyonculara verince tuncay hala o bakışların etkisinden kurtulamamanın vermiş olduğu şaşkınlıkla yoluna devam etmeye çalışıyordu... açıkçası ben de bu manzara karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim... i̇nsan, bir tanıdığına bile böylesine şefkatli ve anlamlı bakmazdı... tuncay’ın meltem’ i daha önce tanıyıp tanımadığına dair oluşan merakımı gidermek amacıyla tuncay’a yetişip, kendisine yarı alaylı, yarı meraklı şekilde sordum :
“tuncay... ??? hayırdır dostum?? tanışıyor musunuz meltem ile??
tuncay, kendisine yönelen bu bakışların etkisinden kurtulamamıştı hala :
“ sen de gördün mü yoksa metin??? gözünü seveyim bana nasıl baktığını gördüğünü söyle... yoksa rüya olduğuna inanacağım... ”
“ görmemek mümkün mü dostum, valla ben de şaşırdım açıkçası”
tuncay, meltem’ i tanımadığını bu sözlerle tasdik edince şaşkınlığım daha da artmıştı... tuncay devam etti :
“ böyle bir olay ilk defa başıma geliyor... gözlerimin içine odaklanan o bakışlar beni birden bambaşka diyarlara alıp zütürdü... kalbim bile bir başka atıyor hala şu an... !!”
“ bu olanlara kendim şahit olmasam ‘ne var bunda, alt tarafı baktı işte’ diyesim gelirdi ancak o gözlerinin içi güldüğü tarz bakışlar bana yönelmiş kadar etkilendim desem yalan olmaz... anlamsız bakışlar değildi, buna eminim... ama geçti artık... kaan’ı bekletmeyelim... ”
“ tamam, gidelim... ”
olayların gelişiminden habersiz şekilde bizi birkaç metre ileride bekleyen kaan ile beraber bir süre daha fuarı dolaştıktan sonra fuarın çıkışında birbirimizle vedalaşıp evlerimize geri döndük...
herkesin evine dönmesine rağmen hayalgücüm, bundan sonra başından geçecek olaylara bizzat tanıklık edebilmesi için tuncay’ın peşini bırakmıyordu... güzel geçen bir günün akabinde yaşamış olduğu bu olağanüstü olayın etkisinden bir türlü kurtulamıyordu... her akşam yaptığı gibi bilgisayarının başına oturmadan önce, yaşamış olduğu bu olayın, herkesin başına gelebilecek alelade bir olay olduğunu düşünmeye çalışarak iyice karışmış aklını daha fazla yormamaya özen gösteriyordu... karşısına oturduğu bilgisayar yavaş yavaş açıldığında monitörün yanında bulunan su bardağına uzanmak için koluna takılan mouse’ın okunun, bilgisayarın sağ alt köşesindeki saat göstergesinin üzerinde durmasıyla ufak karecik içinde beliren tarihe gözü takıldı : ‘06 eylül 2002 cuma’... rakamların her dizilişinde bir giz saklı olduğuna inanan tuncay, onlarla hesap oyunlarına girişip sonuçlarından mana çıkartmaya bayılıyordu... her zamanki gibi rakamları toplamakla başladı : 6+9+2+2... sonuç 19 çıkmıştı... daha fazla hesap yapmaya gerek duymadı... çünkü bir zamanlar çok bahsedilen “19 mucizeleri” ne gitmişti aklı... mucizelere olan inancı ekgib olmazdı... kendisini bu denli etkilemiş olan ancak herhangi bir mana ile özdeşleştiremediği o bakışların ardında mucizevi bir sebep yattığına iyice inandırmıştı kendisini...
bu tür düşünceler içerisinde nereye varmak istediğinden kendi dahi bihaber olan tuncay, bir yandan internete bağlanmak için çabalarken, bir yandan bugüne kadar kendisine sadece sıradan bir ünlü çağrışımı yapan meltem’in bu bakışlarının, onun hayalindeki konumunu çok farklı şekilde biçimlendirmeye başlamış olmasına heyecanlanıyordu... bu bakışların herhangi bir sebebi de olmayabilirdi ancak içinden gelen güçlü bir his, bu bakışların meltem cumbul ile tanışması gerektiğine dair bir işaretten ibaret olabileceğini söylüyordu... kararını vermişti... onunla mutlaka tanışmalıydı!!
ancak bu nasıl gerçekleşecekti?? elinde ona ulaşabileceği ne bir telefon numarası, ne de mektup adresi vardı... bu tür bilgileri elinde bulundurmayan bir insanın amacına ulaşabilmesinin ilacı karşısındaki teknolojik mucizenin özünde saklıydı... : “internet!!