0
son dönemin en iyi yerli filmlerinden. fazlasıyla naturalist geldi bana aslında, neredeyse bir orta sınıf drdıbının belgeseli niteliğinde bir gerçekçiliğe sahipti film. herhangi bir çözüm önermektense, patriyarkal-otoriter orta sınıfa dair tüm detayları müthiş bir incelik ve detaycılıkla ortaya koyarak, "tartışacaksak bunun üzerinden tartışalım" diyen, neredeyse kusursuz biçimde kapsamlı ve bütünlüklü bir film. bu yönüyle filmde çok fazla tanıdık vardı, hem çok fazla tanıdık karakter, hem çok fazla tanıdık durum.
--- spoiler ---
"faşizm gerçekte iki kişi arasinda başlar" diyen ingeborg bachmann'ın ne derece haklı olduğunu görüyoruz, çocukluktan itibaren babasının peşinde sürüklenen bir hayatın belgeseli olan bu filmde aslında. camide, tanrının huzurunda bile babasının yanında saf tutamayan, onun arkasında secde eden bir mahkum anlatılıyor. zaten baba üzerinden neşet eden bu otoriteyi filmin her yerinde hissediyoruz, 'babanın adı'nın geçmesi bile (inşaata kalas zütürdüğü sahne, annesine derdini açtığı sahne, yetkili amcayla saunada konuşma sahnesi) otoritenin heyulasının belirivermesine neden oluyor. bu yönüyle ürpertici.
biraz tuhaf bir iddia gibi gelebilir belki ama, 'sürpriz sonla biten' bir film bence bu. şöyle açıklayayım:
açılış sekansında, bir nevi şok etkisi yaratarak cemile'ye şiddet uygulayan çocuğu gösteriyor film önce. filmin devamında belli bir süre (cemile çocuğuyla ziyarete geldiğinde, gülle ilk diyaloglarında) mertkan'dan aynı şiddet tavrını göstermesini bekliyoruz. ancak o, bir arayışta, esasen bir arayışın da filmi çoğunluk aynı zamanda. tam olarak kurulamamış yapılar görüyoruz sürekli filmde. mertkan'ı da öyle görüyoruz: iş, güç, okul, askerlik, kimlik... hiçbir konuda fikri yok. hayattaki en büyük hayali sorulduğunda bile cevap veremiyor. mertkan kadar gül de arayış içerisinde bir karakter. o da feodal şiddetten kaçıyor, o da kendine bir hayat yolu çizebilmenin telaşında, hayata ne kadar farklı bir pencereden bakabiliyor olsa da, yakışıklı bir koca bulup evlenmek istiyor, onun da kafası karışık. ama bu arayışa tahammül gösterilmiyor; (gül zaten filmin sonunda zorla -en iyi ihtimalle- geri zütürülüyor); mertkanaysa bırakalım ebeveynlerini, yetkili amcalar bile 'babayı üzmemek' stratejisine yönelik taktikler belirliyor, direktifler veriyor. ama biz mertkan'ın kısık sesle de olsa aşkını dillendirmeye çalışmasından, gülle kurduğu -tam yolunda gitmese de beklediğimizden sağlıklı işleyen- ilişkiden bir şeyler beklemeye başlıyoruz yavaş yavaş.
ama her sürpriz sonlu yapıtta olduğu gibi, bu sona dair ipuçları var filmde. şiddeti sorgulayamıyor mertkan. hatta bireyler arasında şiddetin işlevinin farkında, tamam belki artık çocukluğundaki gibi kadın tekmelemiyor ama, otopark girişine park edilmiş arabaya yönelik şiddet ona göre çok ama çok doğal. ipucu burada aslında işte, şiddetin pratikliği. bunu en iyi babası biliyor zaten, dikiz aynasını o kırıyor, mertkana güvenmeyen taksiciyi o tokatlıyor, arabasına çarpılan taksiciyi yine o ve adamları dövüyor. şiddet, tahakküm uygulananı yola getirmek için en pratik araç.
ve sonunda -dediğim gibi, bence sürpriz bir şekilde- mertkan ikna oluyor "kaderine". çünkü toplum denilen örgütlenmenin bu en küçük 'birimi' olan ailede, düne kadar 'reisliği' dahi yasalarca tanınmış olan 'baba'nın ceza (şiddet) uygulaması devreye giriyor. daha önce angaryaya koşturduğu gibi, hatta tokatladığı gibi, şimdi de sürgüne gönderiyor onu 'baba'. işte orada finalin hemen öncesinde, üç maymun'un sonundaki alt metni çağrıştıran olayla karşılaşıyoruz, topluma katman katman yayılmış olan şiddet hiyerarşisinde kendi yerini alması gerektiğini anlıyor mertkan, kendini ezilen'in yanında konumlandırdığında şiddete maruz kalmaktansa, şiddet sarmalına katılmayı kabul ediyor, silah istiyor. ne idüğü belirsiz hayallerinin gerçekleşmesi için için çekeceği onca çile, yiyeceği onca dayak varken; kendisine çizilen, dışına çıkmasına asla izin verilmeyecek yol haritası içinde kendine silahıyla yer açıyor.
filmin sonundaki bu belli belirsiz sürprizi genel olarak filmin izleğiyle beraber değerlendirdiğimde, kübler-ross modeline bir başka deyişle beş aşamalı yas modeline şaşırtıcı bir biçimde benzer buldum: sırasıyla inkar, isyan, pazarlık, depresyon ve sonunda kabullenme.
önce yaşadığı tahakkümün gerçekliğini inkar ederken, gül'e olan aşkıyla 'kendi çapında' isyan ediyor, bunun geçersizliği ortaya çıktığında gül'le bir mola vermek ama tam olarak bitirmemek pazarlığına girişiyor, final öncesi izlediğimiz gözyaşlarıysa, mertkan'ın kaderini çaresiz kabul edişinin acısı, amiyane tabirle "hem ağlarım hem giderim" durumu.
finalini yumurta'ya benzettim ben biraz. sahne çok benziyor zaten ama, anlam da benziyor: kaderden kaçamamak. ama yumurtada ilahi bir niteliği var diyebileceğimiz kader, çoğunluk'ta bir tür tahakküm, kaçılamayan kader değil de, big brother'daki gibi bir işkence altında asimilasyon gibi duruyor. mertkan'ın baba otoritesi karşısındaki tavrı ve kurulan ilişki, winston ve big brother arasındakinin bir analojisi gibi. "sevdiğini satmak ve big brother'ı sevmek".
Tümünü Göster