0
2. sınıfla ilgili söyleyebileceğim en iyi şey artık öğle yemeklerinde eve gitmeyip okulda yemeye başlaması olmuştu. Tabi şöyle bir sorun vardı. Okulda öğle yemeği yiyen diğer çocukların hepsi 20 dakika uzaktaki bir köyde oturuyorlardı ve bir çoğu aptal, barbar ve Esrarengiz Melkora göre pis kokuyorlardı. (Köye ilk gittiğinizde duyduğunuz o havaya karışmış tezek kokusundan bahsediyorum) Ama bu çocuklara rağmen oradan gelip aptal ve barbar olmayan ama en önemlisi kötü kokmayanlarda vardı. Esrarengiz Melkor son bahsettiğim çocuklarla arkadaş olmuştu. Hatta ve hatta bu çocuklar öğle yemeği yiyebilsin diye okula her gün sandviç ve meyve suyu veya sandviç ve süt gelirdi. Esrarengiz Melkor başlarda utansa da zaman geçtikçe gidip o sandviçlerden alabileceğini keşfetti ve öğle yemeği için para harcamasına gerek kalmamıştı. Tabi öğle yemeğinde tost falan yiyecek durumları yoktu. Yiyebilirse bi poğaça veya simit alırdı. Meyve suyu veya ayran olmadan sadece 1 poğaça ve simitle idare ederdi.
Esrarengiz Melkor ailesinin durumlarını anlıyordu. Çocuktu ama dediğim gibi zeki bir çocuktu. Bu yüzden onlardan para istediğinde yok diyorlarsa olmadığını anlardı. Annesi, babasının her ay gönderdiği parayla kirayı öder, faturaları yatırır, evin erzak ihtiyacını karşılar üstüne üstlük ikisi lisede biri 2. sınıfta biri evde olan 4 çocuğu hem okutur hem de arkadaşlarından aktivite konusunda geri kalmamalarını sağlardı.
Ama o yıllarda Esrarengiz Melkorun yavaş yavaş anladığı bir şey vardı. Annesi hastaydı. Daha doğrusu kansızlık vardı. Bu yüzden Esrarengiz Melkor annesini hep yorgun ve halsiz görürdü. Ama o zamanlarda Esrarengiz Melkoru her sabah okula zütürüp okul bitiminde gelip onu alan kişi yine annesiydi. Yol boyunca sohbet eder eğlenirlerdi. Okul dönüşlerinde okulda neler yaptığını anlatırdı. (Dövdüğü çocuklar hariç)