-
626.
+4Yolculuk geçti, özlediğim şehir izmir’e kısa sürelide olsa döndüm. Havaalanından çıkıp ev yolunada koyulduktan sonra evime, anneme kavuştum. Uzuun uzun sarılıp “Zayıflamış mısın bakim sen, boyun mu uzadı yoksa” geyiklerini döndürdükten sonra işleri halledip yemeğe oturduk. Nasıl birisi olduğumu bilen annem hafiften sorgulamaya başladı daha günün başındaTümünü Göster
“Eee var mı bakalım birileri, sen boş durmazsın”
Ulan insanın kendi kanı, kendi canı, kendi anası bunu söyler mi evladına ya. O bile ne halt olduğumu anlamış bi de yüzüme vurmuştu. Gamze’den hiiç bahsetmeden es geçerek Büşra’dan bahsetmeye bi giriş yaptım. Anlattım, her detayını anlattım. Tesettüründen de bahsettim önyargılarımdanda. Kızdı, bi insanı; özellikle sevdiğin bi insanı tesettürüyle yargılamanın çok yanlış olduğunu asıl önemli olanın iç güzellik (klişe tabii amk) olduğunu falan anlattı. Birlikte olan fotoğraflarımızı gösterdim, onu tek olarak gösterdim. Çook beğendi, gözünden de kaçmadı ki lafını esirgemedi hiç;
“Ayy maşallah pekte güzel pekte tatlıymış Büşra. Gözlerinin de maşallahı var şimdi. Sen de şu huyundan hiç vazgeçmedin, hep bi renkli göz hep bi benzerlik. Bilmiyorum nereye kadar sürecek böyle”
Laf sokmuştu inceden, canımı yakmıştı. Ama aldırış etmemiştim. Geçmişim izmir’e geldiğim ilk günden moralimi bozamayacaktı. Konuyu değiştirip uzuun uzun konuşup geyik yaptık. Aradan bi kaç saat geçtikten sonra annem kadar sevdiğim yengem katıldı aramıza ki sormayın gitsin. Gırgır şamatayla geçirdik o akşamı. Akşamdan da anlaştık, yarın evrak işlerini hallettikten sonra bi yemeğe çıkarayım dedim onları. Eee ben onları onlar da beni özlemiş ne de olsa.
Ertesi gün sabah erkenden işlerimi hallettikten sonra biraz Karşıyaka-Bostanlı sahil arasında yürüyüp vakit geçirdim. Çünkü çok özlemişim be beyler. Sevilmez mi hiç şu şehir, şu manzara, şu deniz. Canınız sıkılınca, moraliniz bozulunca kendinizi şu sahile atmanız yeterli. Martı sesleri, denizin kokusu, dalganın sahile vuruşu falan hiç bişey kalmaz insanda. Artık öğleye doğru vakit yaklaştıkça bizimkileri arayıp çağırdım Karşıyaka’ya. Gelsinlerde şöyle güzel bi yemek yiyelim istedim.
Geldiler, oturduk, yemeklerimizi yedik. Uzun uzun bana takıldılar, Büşra’dan konuştular. Bu arada farkettiniz mi beyler bilmiyorum, izmir’e geldiğimden beri Büşra’nın bahsi geçmiyor. Çünkü mesaj atmıyorum, aramıyorumda. Eee hem özlediklerime vakit ayırmam hem de yaptıklarını ona küçük bedellerle de olsa ödetmem gerekli. Öyle de yapıyorum. Yemeklerimizi yedikten sonra bizimkiler kendilerine bişeyler almak için bi bijuteriye girdiler. izmir’de olanlar bilirler, Karşıyaka’nın göbeğinde kocamaan vardır bi tane. Oraya girdik. Onlar kendilerine kolyeler takılar bakarlarken ben de küçük bi rafın önüne gelip kendime bileklik bakıyodum. Aslında dükkandaki tek erkek olarak utanıyodum biraz, ama ne olabilirdi ki sanki. Ben eğilmiş alt raflardaki bilekliklerden bişeyler seçmeye çalışırken başımda bekleyen birisini farkettim. Ama şuradaki tek erkek olmamdan dolayı görevlilerden birisi bana yardımcı olmak için benimle ilgileniyodur diye çok alakadar olmadım. Elimde bi kaç bileklik, fiyatlarını sormak için ayağa kalkıp başımda duran kişiye sormaya yeltendiğimdeyse tüm hiç ummadığım bi manzarayla karşı karşıya kalmıştım. Başımda bekleyen kişi görevlilerden birisi değil izmir’i terkedip Sakarya’ya kaçmama sebep olan, sürekli bahsettiğim, geçmişimi ve hayatımı gibip atan kadındı.
Başımda durup uzun uzun beni seyreden kişi O’ydu, idil’di…
başlık yok! burası bom boş!