-
126.
+2Normalde bu telefona çok sevinmem gerekir fakat gibimde bile olmadı.Tümünü Göster
Ben: Efendim Ebru ? (bozuk bir ses ile)
Ebru: Dışarıdayım da, görüşelim mi diyecektim.
B: Bilmem, işim yok bana fark etmez.
E: iyi misin, sesin çok kötü geliyor.
B: Bir şey yok ya yoruldum.
E: Peki, eğer çok yorgun değilsen bizim evin o taraflara doğru gelebilir misin ?
B: Tam adres versen, telefonumun şarjı az.
E: Bizim evin iki arka sokağında park var. Orada bekliyorum.
B: Tamam gelirim birazdan.
E: iyi olduğuna emin misin ? Ya da çok yorgunsan gelmeyebilirsin.
B: Bir şey yok ya. Geliyorum. Neyse kapıyorum.
E: (Mutlu bir ses ile) Tamam be-
Huyum kurusun, direk kaparım.
( https://youtu.be/U-dwjybcAZw )
Taktım anahtarı, çalışırdım arabayı. Özel playlistimi koydum. Kötü kokmamak için yakmadım. Niye yakayım ki ? Benim derdim olmaz, en azından öyle bilinirim.
Sol elimde direksiyon ve vites, sağ elim cama dayalı bir şekilde şehrin ışıklarını izlerken yavaş yavaş parka doğru sürüyordum. Kabul ediyorum yaptıklarım çok doğru değil ama ne ekersen onu biçersin. Doğanın kanunu bu.
Kafam dağılsın diye bir yandan şehri izliyor bir yandan da araba sürüyordum. Yine her yer bildiğimiz gibiydi. Mutlu çiftler vardı ama aslında ikisi de birbirini gibiyordu. Para için vücudunu satan kadınlar vardı, hem keyif alıyorlar hemde para kazanıyorlar. Peki bunun yükü ve hastalığı ile nasıl yaşayabiliyorlardı ? Bunları satın alan insanlar vardı birde. Altına arabayı zor almış, bazıları yaya. Günlük yevmiyesi belki 70 TL, bazen tok kalkıp aç yatıyor, para kazanmak için kapitalist sistemin kölesi oluyor. Giyecek düzgün kıyafet sayısı bir elin parmaklarını geçer mi belirsiz ama hâlâ bunlara kazandırıyor. işin kötü tarafı hem kadınların hemde adamların bazıları evli. Yav abicim her şeyi geçtim o kadınlar bim poşeti olmuştur. Ne hale gelmiş insanlık... Mutlu olmak bu kadar basit iken herkes birbirinin kuyusunu kazıyordu. Sokakta el ele dolaşan yaşıtlarım, işten yeni çıkan insanlar, sokak hayvanlarını besleyen iyi kalpli teyze ve amca, evine gidip eşini ve çocuğunu görme hayali ile gezen insanlar, belediye görevlileri, hafif serin rüzgarın ağaçları okşaması, belediyede çalışan emektar abilerim, ot çeken ve karı kız peşinde koşan ergenler. Hayat bu muydu cidden, bunun için mi yaşıyoruz ?
( https://www.youtube.com/w...ist=RDXm-GNFSyBu8&t=9 )
Parka varmıştım ama ruhumun yarısı ölü gibiydi. Parka bakınca Ebruyu salıncakta oturmuş sallanırken gördüm. Tekti. Yanına gittim. Bana arkası dönüktü o yüzden fark etmedi. Çok hızlı değildi sadece biraz ileri ve geri yaparak sallanıyordu. Gözlerini kapadım. Önce biraz afallayarak korktu. Sonra ise ellerimi koklayarak,
E: Bu koku, hmmm. Hoş geldin Eirene.
B: Vay be, ne ara tanıdın kokumu ?
E: Okuldan alışkınım aslında, okul koridoru da bu parfümden kokuyor. Hep kimin olduğunu merak ettim. Meğerse bu kadar yakınmış bana.
Ellerimi gözünden çekti ve sarıldı.
E: Üşümüş bunlar, ısıtmak lazım.
Gıkım çıkmıyordu. O kadar yorgundum ki, sanki ruhum parçalanmış, kalbime katana saplanmış, her şeyim ile girdiğim savaştan mağlubiyet almış gibiydim.
E: Bir şeyin var belli ama ne ?
B: Yorgunum, o kadar çok yorgunum ki ... Anlatmaya mecalim yok.
E: Gel otur, dinlendireyim seni ?
B: Bu o tür bir yorgunluk değil. Ruhum acıyor artık.
E: Pekâlâ, anlatırsan dinlerim.
B: Anlatabileceğim bir şey değil.
Her ne kadar şey yaşanmış olsa da ailemi kimseye kötüleyemem.
E: Hep bu şekilde mi kalacağız ?
B: Nasıl yani ?
E: Gel banka oturalım ya da bir yerlere gidelim.
B: Kafamda güzel bir yer var aslında.
Birden fazla kişiyi aynı mekana zütürmeyi sevmem. Bu yüzden dağıtım yaptığım dağın bir bölümünde cep tarzı bir yer var. O cep hem şehirden uzak, hem sessiz sakin, hemde yüksekte diye tüm sehri izleyebiliyorsun.
E: Neresiymiş orası ?
B: Gel. Gidince görürsün.
Arabaya bindik. Ebru dinlediğim müzikten dolayı çok şaşkındı.
E: Seni 3 yıl boyunca bir defa bile asık suratlıyken görmedim. Ama böyle de tatlı çocuksun.
B: iltifat olarak almam gerekiyor sanırım ?
E: Kilit nokta orası değil aslında. Kilit nokta senin suratının asık olması.
Sohbet bu şekilde devam ediyordu. Mekana vardık. Bulutlar gök yüzünü sarmış, rüzgar Ebru'nun saçlarını okşuyordu. Ben arabadan indim ve bira aldım.
E: Vaaay, bira ha ? Bize de getirir insan.
Bir şey demeden ona da bir tane çıkardım. Kaputa uzanıp gök yüzüne bakarken yanımda bir şey fark ettim. Ebru'nun saçıydı bu. Yanıma uzanmış, suratı ise bana dönüktü. Cenin pozisyonu almış gibiydi. Sol elini yanağıma koyarak:
Ebru: izin ver yaranı sarayım. Ama önce izin vermen gerek.
Bir şey demeden birayı kaputa yasladım ve Ebruya döndüm.
( https://youtu.be/phaJXp_zMYM )
Gözlerinin içine baktım. Gözleri bana 3 yıl boyunca gittiğim lisenin her gününü hatırlatıyordu. Sanırım cidden bir yaram vardı ve Ebru bunu sarıyordu.
Ebru birden hafifçe gülmeye başladı, eli yanağımı okşuyordu.
E: Demek bunca zamandır bana bu kadar yakındın ha ? Benim mutlu olmam bu kadar kolaymış demek ?
Bir şey demeden sadece onu izledim.
E: Seni kaybetmek istemiyorum, biliyor musun ? Sanırım sana değer veriyorum çünkü beni mutlu ediyorsun.
iyi haber kız mutlu, kötü haber çıkar ilişkisi.
Ebru bana sakinleştirici gibi geldi. Şişe bittikten sonra yere bıraktım ve aynı şekilde uyumaya devam ettim. (to be continued)
başlık yok! burası bom boş!