+2
iskelenin önüne geldiğimde, bozuklukları birleştirip bi çatal aldım ordaki simitçiden. tadı mükemmel değil ama pastaneden daha hesaplı. ve niye eve kadar sabredemiyorum ki. sonra tıkanıyorum üstelik; bi de sigara yakınca ardından, eve gelince bir şey yiyesim kalmıyor. halbuki sabretsem, güzel bir sofra hayaliyle iyi vakit geçebilir de; nefsime eziyet etmek de anlamsız bi yandan. ayrıca güzel bir sofrayı değil de daha önemli şeyleri düşünmek istiyorum şu an. içeride oturup kitap okumaktan falan da vazgeçtim, vapura bindiğimde makine dairesinin kenarında, ayakta dikildim. hareket ettikten bir süre sonra çatalı bile yiyemedim. kalanı peçeteye sarıp ayağımın dibinde duran poşete bıraktım ve denizi seyre daldım.
denizin, ovanın veya gökyüzünün güzel tarafı; bakışları, geri dönüp heme suratına çarpmıyor insanın. binaları köprüleri geçip, son bir ışık, bir pırıltı, küçük bir kıpırtının ardından, çok daha ötelerde karanlığa karıştığı anda bile inatla ilerlemesine devam ediyor. benden ayrılarak, algılanabilecek son noktaya kadar uzandığında, orada hiçbir şey bulamadan, eli boş dönse dahi, bu taşıma süreci esnasında kendimle uğraşmaktan kurtuluyor, içimdeki sıkıntıyla pinpon oynar gibi, onu başka bi tarafa fırlatıyorum.
ve bazen bakışların dönerken bir şey getirdiği de oluyor. hani şu küçük hediyelerden; çok değerli değil ama gönül alıcı bir şey. "yeni ve farklı bir umut" yazıyor üstünde. ve umudun da, uzaklarda, karanlığın ardında olması tam da umuda yakışır bir hareket zaten. daha yakında olsa şaşardım. fazla kurcalamayıp evde incelemek üzere poşete koydum. haydarpaşa'da inen yolcuları da seyrettim ardından.
bi çocuk çımacıya bir şey sordu. trenleri falan belki. adam eliyle öteyi işaret etti. tahta iskele çekilip tekrar hareketlendiğimizde garın önündeki banklara oturmuş insanlar geçti önümde yavaşça. ve hep orda duran lokomotifin -sanki tekerlekleri dönüyor da bi yere gidebiliyormuş hissini versin diye- etrafına dolanan süslü ışıklar yanıp titriyordu beceriksizce.