-1
Bil ki Kuranın bir zahiri var. Zahirin de gizli ve pek Kudretli bir de iç yüzü var. O batının bir batını onun da bir üçüncü batını var ki onu akıllar anlayamaz hayran kalır. Kuranın dördüncü batınıysa eşsiz örneksiz Allah’tan başka kimse görmemiş kimse bilmemiştir. Oğul sen kuranın dış yüzüne bakma, şeytan da âdemi topraktan ibaret gördü hakikatine eremedi. Kuranın zahiri insana benzer, sureti görünür. Meydandadır da canı gizli, insanın amcası dayısı bile insana o kadar yakın olduğu halde, yüzyıl beraber yaşasa halini bir kıl ucu kadar olsun göremez anlayamaz.
Veliler halkın gözünden gizlenmek için dağlara giderler derler ya, hakikatte halka nazaran bunlar yüz tane dağın tepesine çıkmışlar, ayaklarını yedinci kat göğün üstüne atmışlardır. Onlar halka nazaran yüzlerce denizden yüzlerce dağdan ötedeyken, neden dağlara giderler de gizlenirler?
Velinin dağa kaçmaya ihtiyacı yoktur ki, gök tayı bile onun ardından koşar. Ayağından yüzlerce nal sökülür düşer de yine de izine yetişemez. Gökyüzü bile döndü dolaştı da o canın tozuna erişemedi. Bu yüzden de yaslandı gök elbiselere büründü. Hani zahiren peri gözden gizlidir ya insan perilerden daha gizlidir.
Akıllıya göre insan, gizli olan periye nazaran yüz kat daha gizli. Akıllıya nazaran insan, bu kadar gizli olunca, gayb âlemindeki seçilmiş insan nasıl olur.
insan, Musa’nın asasına benzer. isa’nın afsunu gibidir. Müminin kalbi, adalet sahibi olan ve yardım dilenen Allah elindedir. Allah’ın iki parmağı arasındadır. Asa görünüşte bir sopadan ibarettir ama ağzını açtı mı bütün varlık ona bir lokmadır. isa’nın afsunundaki harfe sese bakma, ondan ölüm bile kaçıyor. Sen ona bak.
Afsunda ki o ehemmiyetsiz, o değersiz sözlere bakma, o afsunla ölünün sıçrayıp oturuşunu seyret. O sopayı ehemmiyetsiz görme. Yemyeşil denizi nasıl böldü, onu gör! Uzaktasın da yalnız birer kara çadırdır görüyorsun, bir adım ilerle de orduyu gör! Uzak olduğundan yalnız bir toz dumandır görünüyor, ama birazcık yaklaş, ileri var da topun içindeki adama bak! Onun tozu gözleri aydın eder. Onun erliği, dağları yerinden söker! Musa, çölün bir ucundan kalkıp gelince Tur dağı, onun gelişinden neşelendi, rakkas kesildi.
Davud’un yüzü Allah nuruyla parladı. Dağlar onunla beraber feryada geldiler, dağ Davud’a yoldaş oldu. Her iki çalgıcı da bir padişahın aşkıyla sarhoş oldu. “ Dağlar, Davud’un sesine ses verin onunla beraber ırlayın” diye emir geldi. Dağla Davud. ikisi de bir sesle seslendi bir perdeden seslendi.
Allah dedi ki. “ Ey Davud sen yerinden yurdundan ayrıldın, benim için hemdemlerinden cüda düştün. Ey garip olmuş tek ve muinsiz kalmış olan Davud! iştiyak ateşi gönlünden şule vermekte; çalgıcılar, hanendeler, arkadaşlar istersin. O kadim Allah dağları senin huzuruna getirir.
Dağlar sana çalgı çalarlar, şarkı okurlar, zurnacılık ederler. Hepsi de huzurunda yel gibi ses çıkarır. Sesine ses verirler! Dudağı dişi yokken, dağın ses vermesi, feryat etmesi caiz oluyor ya, bil ki velinin de ağızsız dudaksız sözleri feryatları var. O her şeyden arınmış mescidin cüzlerinden her an nağmeler çıkar.
O nağmeler, her an velinin can kulağına ulaşır. Yanında oturanlar duymazlar, işitmezler de o duyar işitir. Ne mutlu o cana ki gayba inanmıştır. Veli kendi kendine yüzlerce söz söyler, dinler de yanında oturan kokusunu bile alamaz! Lâmekân âleminden gönlüne yüzlerce sual, yüzlerce cevap gelir. Menziline kadar erişir. Bunları sen duyarsın da başkaları kulaklarını ağızlarına kadar yaklaştırsalar, yine duymazlar.
Tutalım Velilerin sessiz harfsiz sözlerini duymuyor, işitmiyorsun; işte gördün ya. Misli sende de var neden inanmıyorsun A sağır.
not: bir şey ispatlamak için atmadım.
Tümünü Göster