-
1.
+3Sabah oluyor ve penceremden ,güneşin parlak ışığı suratıma çarpıyor. Yanaklarım gerilmiş vaziyette, gülüyorum.Yatağımdan doğrulup aynaya bakıyorum. Yakışıklı suratımla aynaya gülümsüyorum. Banyoya gitmem gerektiğini farkedip kapıyı açıyorum. Koridorda yürürken duvarımda asılı olan sanat eserlerine bakıyorum. Edward Munch’un Çığlık tablosu,ne çok şey anlatıyor hakkımda, banyoya girmeden önce durup biraz daha bakmalıyım bu şahesere, öyle de yapıyorum. Tabloya bakarken kendime sorular yönlendiriyorum
Gökyüzü kırmızı mı? Yoksa kan kırmızı mı?
Asıl soru bu olmalı, olmak ya da olmamaktan sonra. Sanatın verdiği rahatlamayla yürüyorum koridorda ve banyoya giriyorum. Aynaya bakıyorum, sanırım biraz sakalım ve bıyığım çıkmış. Sakaldan ve bıyıktan nefret ediyorum. Temiz bir suratla gülümseyişimi görmenin bana verdiği mutluluk paha biçilemez. Yüzümü sabunlayarak suyla yıkıyorum. Tekrar aynaya bakıyorum. Artık gülümseyişim daha parlak oluveriyor. Jileti elime alıyorum ve daha yeni çıkmış olan sakallarımı kesiyorum. Aynaya tekrar bakıyorum. Artık öylece kahkaha atabilirim. Sonra tatlı beynime müthiş bir soru geliyor. Ciddiyetimi toplayıp aynaya bakıyorum
“Banyolar neden beyaz biliyor musun Bars?”
Kendimi bekletmeden yanıtı hızlıca söylüyorum:
“Çünkü beyaz, temizliği sembolize ediyor .”
Sinirleniyorum ama sinirlenmemle banyodan çıkmam bir oluyor. Biraz sakinleşmek için kahvaltıya ihtiyacım olduğunu biliyorum. Mutfağa doğru ilerlerken Çığlık’a göz ucuyla bakıyorum. Mutfaktaki televizyonumdan MOZART LACRiMOSA’yı açıyorum. Müzik beni rahatlatıyor. Notalarla dans ederek kahvaltımı hazırlıyorum. Mutfağım bana bu güzel müzik için teşşekür ediyor.Bir yandan pratikliğimi takdir ediyorum bir yandan çayı kontrol ediyorum. Melodi ruhuma işliyor ve gülümsüyorum. Elimdeki yumurtaya bakıp ne kadar sanatsal ve oval olduğunu düşünüyorum ve müziğin eşliğinde elimin içinde parçalıyorum onu, içindeki sarı sıvı avucuma kadar akıyor.Bir sanat eserini yokediyorum,bir sanat eseri yaratıyorum. Melodiler ruhumu sallandırıyor, içimi gıdıklıyor. Yiyecekleri masaya dans ederek yerleştiriyorum. Sonunda her şey hazır oluyor ve gülümseyerek kendime iyi yemekler diliyorum. Biraz yiyorum, biraz daha ve biraz daha. Tatlı midem doyduğumu söylüyor. Derken kapı çalıyor, sabahın bu saatinde müzik keyfimi kim bölüyor, sinirleniyorum.Müziği kapatıyor kapıya doğru yöneliyorum. Kapı deliğine bile bakmıyorum, modern insanların kaygıları bunlar diye düşünüyorum. Kapıyı açıyorum ve kız kardeşim kapıda sitemli bir şekilde bekliyor.Onu gördüğümde içten bir şekilde gülümsüyorum. Kasıtlı olarak beklettiğimi sandığını biliyorum. Fazla bekletmeden içeri alıyorum ve konuşmaya başlıyor.
“Bars, iddaa ediyorum buraya neden geldiğimi bile bilmiyorsun.”
Mutfağa doğru yönelirken evimdeki bütün tablolara merakl ı meraklı bakıyor.Ona karşı dönüp gülümseyerek yanıt veriyorum:
“Ah,benim sevgili kız kardeşim, beni ne çok sevdiğini biliyorum. Beni ziyarete gelmen ne hoş. Eğer başkası olsaydı, müzik zevkimi böldüğü için ona sinirlenip, tatlı yanaklarını morartabilirdim.Ama senin tatlı küçük suratın, bana hep masum geliyor.”
Ona doğru bakıyor, gözlerindeki şaşkınlığı görüyorum. Sandalyelerden birine oturup, ciddi maskesini takınıyor. Bana endişeyle şöyle diyor:
“Bars, annem ve babam senin için endişeleniyorlar.Evi terkettiğinden beri bizi bir kez olsun aramadın. Başına bir şey gelip gelmediği hakkında deli oldular. Telefonunu neden açmıyorsun salak! Meraktan ölüyorlardı. Sırf onlar için geldim. Umrumda olmadığını bil. Kız arkadaşın nerde?”
Gözlerini suçlayıcı bir şekilde üzerime doğrultuyor. Gözlerimi gözlerinden kaçırmıyor, suçu üstüme almıyorum.Ona şaşkın gülümseyişimle şöyle diyorum:
“Kız arkadaş mı? Benim küçük vişne reçeli kardeşim. Neyden bahsettiğini anlayamıyorum. Restoranda işler çok yoğun. Bilirsin gülmeye bile vaktim olmuyor. Gülümseyemiyorsam,telefonun ne önemi var. Sanırım telefonumu sahilde unuttum, yeni hatırlıyorum.”
Bana karşısında bir salak varmış gibi bakıyor. Ciddi maskesiyle tekrar konuşuyor ve şöyle diyor:
“Senin için endişeleniyoruz.Eve geri dönmeni istiyoruz.Hem buraya gelirken kız arkadaşınla mutlu bir hayatın olsun istiyordun.Şimdi bana tüm bunları bilmiyormuş gibi yapıyorsun.Hem evinin dekorasyonu bile tuhaf Bars.Biz senin iyiliğin için bizim yanımıza gelmeni istiyoruz. Endişeleniyoruz.”
Ona gülümseyerek bakıyorum. Sözlerime sakin bir edayla devam edip şöyle diyorum:
“Denizi seviyorum ve burda istemediğim kadar sahil var. Geceleri rüzgar esintisi eşliğinde sahildeki kumları sayabiliyorum. Evde bunları yapamam küçük kız kardeşim. Kız arkadaşım giderken yakışıklı suratımı çok sevdiğini ona nereye gittiğini sorduğumda beni terk etmek zorunda kaldığı söyledi. Beni seviyorsa terketmesinin anlamsız olduğu söyledim. Sıkıldığını söyleyip gitti.Ona veda ederken son kez gülümsedim. Güzel zamanlardı ama bitti.Ben burda tablolarımla ve evimle gayet mutluyum. Kız kardeşim teklifini reddediyorum.”
Bunları duyunca yüzünü buruşturuyor ve bana ciddi maskesiyle bir söz daha söylüyor:
“Bars,ne halin varsa gör. Telefonunu açık tut. Annem ve babamı meraklandırma yeter.”
Gülümseyip, kapıya kadar onu geçiriyorum. Dönüp ve elveda cümleleriyle konuşuyorum:
“Seni görmek güzeldi kız kardeşim. Annemlere oğullarının onlara gülümsediğini ve öpücük verdiğini söylersin.”
Hiç kulak asmadan hızlı hızlı iniyor,ve arabasına binip evimden uzaklaşıyor. Yarım kalmış müzik eğlencemle birlikte masayı topluyorum ve işe geç kalmamaya çalışıyorum. Resmi olan kıyafetlerimi hızlıca giyip işe hazırlanıyorum. Tüm bunları yaparken evimdeki her aynanın yanından geçerken kendime bakıyor,ne kadar samimi ve karizmatik olduğumu düşünüyorum.Her şeyi yerine koyduktan ve üstümü giydikten sonra, parfümümü sıkıp evimden çıkıyorum. Kapıyı kilitliyorum ve beni üst komşum küçük Tarık karşılıyor. Bana gülümsüyor ve şöyle diyor:
“Günaydın Bars abi”
Ah ne kadar kibar bir çocuk.Ona dönüp gülümseyerek.
“Sanada günaydın Tarık,ama oyun oynamak için erken değil mi?”
Bana doğru bakıyor ve konuşmaya başlıyor:
“Pikniğe gitmek için erken kalkmak gerekir.”
Başını okşayıp merdivenlerden inmeye başlıyorum. Binanın kapısını açıp arabama doğru ilerliyorum. Kırmızı arabam sokağın solunda ne kadar tatlı duruyor. Arabama binip restorana doğru sürüyorum. Radyoyu açıp LACRiMOSA ya devam ediyorum. Biraz daha ilerliyorum, biraz daha ve biraz daha. Artık restorana daha yakınım ve birazdan iş yerimde patronum emri altında olacağım. Bunu verdiği mutluluğu tarif edilemez. Trafik ışıkları kırmızı yanıyor ve aracımı durduruyorum. Işıkta beklerken bir serseri yanıma geliyor camı açıyorum ve benle konuşmaya başlıyor:
“Bayım, bana biraz para verirmisiniz?”
Ricasını duyduğumu belli ederek kafamı çeviriyorum ve gülümsüyorum. Onla konuşuyorum:
“Para mara vermiyorum sana serseri!”
Diyorum ve serserinin kaşları çatılıyor. Bana doğru eğiliyor ve konuşmayı devam ettiriyor:
“Senden ufak bir ricada bulundum, arabadan in ve bana para ver!”
Bir kez daha gülümsüyorum. Suratım iyice kasılıyor, ağzım açılmaya başlıyor ve kahkaha atmaya başlıyorum. Serseriye dönüp şöyle diyorum:
“Beni ikna ettin”
LACRiMOSA nın sesini açıyorum.
başlık yok! burası bom boş!