+1
GERÇEK ERKEKLiK NEDiR YA DA MEDENi DÜNYADA ERKEKLiĞiN NEFES ALMASI OLANAKSIZ MI?
insan türünün erkek cinsi, kadın cinsinden farklıdır ve hemen böyle bir cümleyi kurduğumuz için utandığımızı belirtiyoruz. Çünkü sanki bu iki cinsiyet birbirinden farksızmış gibi yürütülen manipülasyonlar ve kabuller nedeniyle bir şaka olmasını ummayı isteyeceğimiz ancak maalesef ciddi olarak ortaya koymak zorunda olduğumuz bir gerçekliğin altını çizmek zorundaydık. Evet, öyleyse yineleyelim: insan türünün erkek cinsi, kadın cinsinden farklıdır.
insan türünün erkek cinsi, maskülen bir yapıdayken, kadın cinsi için feminen kavramı söz konusudur. Yine ve yeniden böyle bir ayrımı yapmak zorunda kaldığımız için okurlarımızın affına sığınıyoruz ama bunu da yapmak zorunda olduğumuz bir noktadayız. Çünkü yinelemek gerekirse, feminenlik pozitif bir algıyla ele alınırken, maskülenlik için aynı şeyi söylemekten maalesef uzaktayız. Öyleyse her erkeğin evvela maskülen yapısıyla barışması gerekmektedir diyoruz. Maskülenliğin yalnızca fiziki unsurlarla sınırlandırılmaması ise yürütmemiz gereken savaşın ilk cephesi oluyor. Erkeklik, salt güce indirgendiğinde, felsefi temelden yoksunluk, entelektüel kaygı gütmemek gibi belaların doğumuna sebep olacağından, basit gibi gözüken bu gerekliliği her erkek ciddiye almalıdır kanaatindeyiz. Erkeklik, karşıtı “kadınlık” olmayan, başlı başına sarsılmaz ve savrulmayan bir kişisel ahlakla yürüyen, “duruş” mefhumunu kavramayı ve içselleştirmeyi gerektiren bütünlüklü bir felsefedir. Bir erkek, önce bir erkek olduğunu hatırlamalı, ardından nedir erkeği erkek yapan sorusunu kendisine sormalıdır.
Tam da böyle bir noktada erkeklerin ana itici gücüne değinmek zorundayız. insan canlısının erkek cinsi, zaferlerle tatmin olan, dolayısıyla sürekli olarak bir savaş içerisinde yaşaması gereken cinstir. Burada, savaş sözcüğü seçiminin militarizme bir vurgu olduğu yönündeki muhtemel saldırıları daha başından bertaraf etmek adına, silahların konuştuğu, ölümlerin yaşandığı, kim için ve ne için vuruşulduğunun bilinmediği bir savaştan söz etmediğimizi hemen belirmeliyiz; belirtiyor, altını kalın çizgilerle çiziyoruz. Erkek, sürekli olarak savaşlarla yaşayan, ancak ve ancak öyle verimli hâle gelen, yine, ancak ve ancak o şekilde kendisini gerçekleştirebilen bir doğaya sahiptir. Tatmini bilgisayar oyunlarında, cikste, sokak kavgalarında aramak bir yanılsamadır ve geçicidir. Gerçek: ömür boyu sürdürülen, birçok farklı cephesi olan bir savaş ve kazanılan zaferlerin tatminidir. Erkeğin suni olmayan, doğal ve gerçek mutluluğu, yapamayacağını iddia edileni yapmakta, kazanamayacağı düşünülen sınavı kazanmakta ve buna benzer durumlarda ortaya çıkmaktadır. Gerçek erkeklik, işte bu dinamiklerle yürümekte ve büyümektedir. Erkek, mutlu ve iyi bir yaşam istiyorsa, hayatındaki her şeyi bir savaş olarak ele almalı ve öyle davranmalıdır. Bu bakıştaki kutlu tutamacın sözsel ifadesi, her musibet karşısında deklare edilmesi gereken: “Bu da bir savaş,” kararlılığıdır. Böylece, erkek yüzmeyi bildiği ya da öğrenmek zorunda olduğu sulara çekilmiş olacak ve doğasının ona bahşettiği güçle her türlü zorluğun üstesinden gelecek, gelemese de bu, onursuz bir mağlubiyet olmayacaktır; çünkü savaşmıştır, çünkü savaşmıştır ve çünkü savaşmıştır. Bu yeterlidir.
Bu durumda savaş ile ne kastedildiği, kapsdıbının ve içeriğinin ne olduğu biraz daha açıklanmaya muhtaçtır. Savaş, büyük insan Ünsal Oskay’ın, yüce Aydınlanma Felsefesinden hareketle sürekli biçimde üstünde durduğu: “insanın kendi hayatının öznesi olması” savaşıdır. Üstadın, Yıkanmak istemeyen Çocuklar Olalım isimli kitabını, okunması gereken kitaplar listemizin ilk kitabı olarak buraya not düşelim ve devam edelim. Öyleyse, özne nedir ve nasıl olunur? Özne, Türkçe dersi bilgilerimizden de bildiğimiz üzere bir eylemi yapan demektir. Yapılan iş, nesnedir, yapan ise öznedir. insanın, belirlenen konumunda olması, o insanın özne değil, nesne olduğunu gösterir; zira belirleyen değil, belirlenendir. işte bir erkeğin, hem devrimci ahlak, hem insan olmasının haysiyeti ve hem de var olabilmesi için tek ve en büyük/en genel savaşı hayatının öznesi olma savaşıdır. Burada da yüce önder Kadir Cangızbay’a başvurmak mecburiyetindeyiz: bütünüyle özne olmak imkânsızdır ve insanın, daha doğrusu haysiyetli insanın en büyük trajedisi de budur. Bir şekilde her şeyi bilebileceğimiz, her alanda muktedir olabileceğimiz bir yapıya sahip değiliz, dolayısıyla özne olmak, bitimsiz bir çaba, elden geldiğince kazanmak için çabalanması gereken bir mevziler bütünü fakat ne kadar savaşılırsa savaşılsın tamamıyla fethedilemeyen bir gerçekliktir ki trajediden kasıt da budur. Yine Kadir Cangızbay’ın şu kutlu örneğiyle, durumu daha anlaşılır hâle getirelim: Oto yolları, demir yollarına paralel biçimde inşa eden, üzerine otobüs fiyatlarını tren fiyatlarının yarısına indiren bir iktidarın döneminde, insanlar ister istemez karayoluna mahkûm olacaklardır. Burada insan, seçimleri iktidar tarafından belirlenen konumuna düşmektedir. Kara yolunu seçmek zorunda bırakılmıştır. Elbette bize düşen, “Ne yapayım,” diyerek kenara çekilmek değil, “Kim bunlar,” sorusunu sormak ve iktidarı devirmeye odaklanmaktır. Ancak hayat içerisinde buna benzer çaresizlikler de insanın kapısını çalmakta ve insan bütünüyle özne olamamaktadır. O yüzden bu örnek, bütünüyle özne olmanın imkânsızlığı şeklinde okunmalıdır. Kadir Hoca’nın örneğinin ardından, bizim için devreye giren mesele, bir erkeği gerçek erkek yapan edimlerden en önemlisi olarak haysiyet meselesidir. Haysiyetli bir insan, nesne olmaması gerektiğini bilen, bu yüzden nesneleşmeye alerji geliştiren insandır. Her zaman, her yerde nesne olmamayı başaramamak, bizleri özne olma hedefimizden uzaklaştırmamalı, kapatabildiğimiz her gediği kapatmak, bu anlamda kazanabileceğimiz her mevziiyi kazanmaya çalışmak yönünde bir yola itmelidir. işte formül budur. Eşini seçebilirsin, işini seçebilirsin, hayatını düzeltebilirsin, elinde olan şeylerde hayatının öznesi olabilirsin, elinde olmayanlar ise konu dışıdır; işte dava budur, savaş ve kavga budur. Bir erkek, yalnızca böyle bir savaş içerisinde doğru yerde konumlanırsa erkektir. Anlaşılacağı üzere, savaş ile kastettiğimiz şey, hiçbir militarist vurgu içermeyen, kendisine düşman olarak kadınları ya da bir ırkı, yönelimi seçmeyen, tamamen kişinin kendisi, kendi hayatı, haysiyeti, onuru ile iktidar, zaman ve doğa arasında sürdürülen bir savaştır. Erkek, erkek olduğunu bu savaşı yürüterek hissedebilir, anlayabilir ve kavrayabilir. Dolayısıyla erkeklik ile medeniyet arasında bir tezatlık değil, bütünlük vardır. Ve dolayısıyla maskülenlik, kucaklanmalıdır.
SAVAŞIN GEREKLiLiKLERi VE MAHiYETi
Her türlü savaşa girişmenin ilk ve tek önkoşulu: hazır olmaktır. Öyleyse erkeklik inşası, aslında bir hazırlık sürecini gerektirmektedir. Savaşa başlamadan önce ona hazırlanmak zaruridir. Ordularımızı oluşturmalı, niteliği artırmalı, sürekli, sürekli ve sürekli ileriye doğru adım atmayı kavgamızın gereği bellemeliyiz. Nitelik kaygısının somut karşılığı ise yetkinliktir. Bir erkek, en az bir tane alanda yetkin olmak ZORUNDADIR. Bir yabancı dili bilmek, bir enstrümanı çalmak, entelektüel anlamda bir mevzi elde etmek ve sayılabilecek birçok alanın en az bir tanesinde yetkinleşmelidir. Bu, savaşa hazırlanma sürecinin olmazsa olmazıdır. Yüce Gök’ün bize bir armağanı olan Yalçın Küçük’ün de dediği gibi: çünkü biz beş taş oynamıyoruz, bir savaş yürütüyoruz. Öyleyse ciddiyet!
Erkeğin en önemli görevlerinden birisini de böylece keşfetmiş oluyoruz: bir işi yapmak değil, iyi yapmak mecburiyeti. Bu bir görevdir, iyi yapamıyorsan, aslında söz konusu şeyi yapmıyorsun demektir, yoksun demektir. Bilinç ve itekleyici güç işte bu gerçeklik olmalı. Savaş, bütün hayata yayılmak zorunda demiştik, erkeğin var olduğunu, erkek olduğunu hissetmesi için hayata böyle bakması gerektiğini yeterince tartışmıştık. Bu durumda, dikkatli okuyucuların da görebildikleri üzere, formülasyon, yöntem ve devam etme gücü, bu koşullarda kendisini bize dayatmaktadır. Erkek, uzun vadeli zaferlere odaklanmış kişidir. Kısa vadede kazanmanın peşine düşmek bir erkeğe yakışmayan, mutlaka hüsran ve kaçınılmaz olarak küçülmeyle sonuçlanacak bir kandırmacadır. O zaman, sabretmeyi öğrenmelidir erkek. Kararlılığı ve en önemlisi, kendisine güvenmeyi öğrenmelidir. Alanında yetkin bir hocamın da dediği gibi: kazanılacak tek gün diye bir şey yoktur. Tek bir günü kazanmaya odaklanmak hastalıktır, erkeği küçültmektedir, erkeğin “kaldırdığı gibi geri indirmemesi”, böyle bir konuma düşmemesi için uzun erimli düşünme zorunluluğu vardır.
Tümünü Göster