+5
Hissettiğiniz her şey, her duygu, his, mod yani depresyon, heyecanın her türlüsü, endişe, konsantrasyon halleri, mutluluk, hiperaktivite… Beyin kimyanızın ürünleridir. Ve yaptığımız, yapabildiğimiz her şey, her düşüncemiz, her türlü duygumuz, hatta kararlarımız beynimizdeki nörotransmitterlerin birbiriyle iletişimlerine dayalı olarak şekillenir. Bizler beyinlerindeki kimyasal reaksiyonları davranışa dönüştüren biyolojik varlıklarız.
Mod değişiklikleri, keyif, iştah, uyku gibi hallerimizden sorumlu serotonin; düşünce ve duygularımızın gelişmesinden sorumlu, “ödüllendirme mekanizması” adını verdiğimiz, özellikle bağımlılığı tetikleyen merkezle ciddi ilişkisi olan dopamin; öğrendiklerimizi hatırlamamızı tetikleyen glutamat… Hepsi birer nörotransmitterdir. Nörotransmitterlerin ekgiblikleri ve verimli çalışmama halleri birey üzerinde ciddi problemlere yol açar. Nörotransmitterler arasındaki iletişim epifiz bezimizin melatonin salgılamasını tetikler, böylece uyumamız, organlarımızın sağlıklı gelişmesi, kan basıncımızın dengelenmesi, deforme olmuş hücrelerimizin işaretlenerek kanserli kitlelere dönüşmeden sistemimizden atılması gerçekleşir. Kısacası bedende her şey birbiriyle bağlantı halindedir, aynı evrendeki gibi. Beyin kimyanız dengesini yitirdiyse, problemleriniz, halüsinasyonlar görmekten tutun kendinizi ya da başkalarını öldürmeye kadar gidebilecek bir yelpazenin içinde çılgınca dans etmeye başlayabilir. Kısacası beyin kimyanız dengede değilse, öğrenmekten, anlamaktan, analiz etmekten, tatmin olmaktan, mutluluktan bahsedemezsiniz. Mutluluk ve denge sadece birer hayal olur sizin için. Çünkü insan yaşamı teklik üzerine kurulamıyor, sadece sizin iyi hissetmeniz mutluluk için asla yeterli olmuyor. Birlik içinde var olmak için tasarlanmışız ve çevremizdeki yaşamın halleri bizim yaşantımızı derinden etkileyebiliyor.
(Yukarıdaki iki paragraf Azra Kohen’den alıntıdır.)
Alışkanlık ve bağımlılığın fizyolojik açılımını kavrayabilmek için, beyindeki sinir yollarında ya da “haz merkezinde” nelerin meydana geldiğini bilmek gerekli. Haz merkezinde, serotonin, dopamin, endorfin gibi beynin doğal yollarla oluşturduğu pgiboaktif maddeler, bu maddelere ilgi duyan alıcılar (reseptörler) ve bu maddelerin taşıyıcıları (transporter) bulunuyor.
Bütün bunlar, nörotransmitter bağlantı şebekesiyle haz, duygu ve heyecan durumlarını yaratıyor. Kişi kendisini iyi hissetmesini sağlayacak bir eylemde bulunduğunda, beynin haz merkezindeki bu kimyasal ağ, uyum içinde harekete geçiyor. Bu ilişkiler ağının, yaşamın asıl amacını zevk kabul eden hedonizm öğretisini doğrular nitelikte olduğunu söylemek, çok da yanlış sayılmasa gerek. Ancak, gerçekte bu merkez, öğrenmeyi teşvik eden, insanoğlunun yaşdıbını sürdürmesi için gerekli olan üreme, yemek yeme ve su içme gibi eylemlerin emredildiği yer. Örneğin, hazza yol açan nörotransmitterlerdeki artış, ciksin günlük yaşamda bir eğlenceye dönüşmesini sağladı; bu nedenle de, eylemin tekrar edilmesi isteği doğuyor. Evrim döneminde ciks, sadece bir üreme aracıydı ve türün devamlılığı için gerekliydi, bir zevk unsuru değildi.
Haz uyandıran eylem bir kez gerçekleştiğinde “nörotransmitter”ler, enzimler tarafından parçalanıyor ya da taşıyıcı moleküller tarafından alınarak daha sonra kullanılmak üzere depolanıyor. Narkotik olmayan bağımlı (kumar veya ciks bağımlısı gibi), eyleminin kendisi için nöro kimyasal açıdan teşvik gören bir özelliğe sahip olduğunu öğrenince, bu alışkanlığı tekrarlama eğilimine giriyor. Örneğin kumar, onun haz merkezini doğrudan uyarıyor ve kişi bu duygunun tutsağı oluyor. Bağımlı olmayan kişi de bunu fark ediyor. Ancak, normal sınırlar içinde eylemi ne zaman yapıp ne zaman yapmayacağı konusunda yargıya varabiliyor.
Eroin gibi uyuşturucu madde ve ilaç bağımlılığında süreç çok daha farklı gelişiyor. Eroinin kendisi beynin biyokimyasını bozuyor; dopamin, enkefalin ve diğer haz üreten kimyasalların düzeyini artırıyor. Örneğin kokain, dopaminin geri alımını engelliyor. Amfetaminler ise, dopaminin taşıyıcılar yoluyla depolanmak üzere geri alımını engelleyerek, daha fazla dopaminin kullanılması sağlıyor.
ilk başlarda, beyin bu kimyasal istilaya karşı tepki geliştiriyor. Ancak, kısa bir süre sonra teslim oluyor ve bu uyuşturucu madde bombardımanını yaşamın bütünlüğünü sağlaması için kurduğu denge gibi kabulleniyor.
Kimyasallar beynin kontrolünü ele geçiriyor. Müptela, artık kendisini iyi hissetmek için değil, normal hissetmek için uyuşturucu maddeye ihtiyaç duyuyor. Artık zevk yok oluyor, ihtiyaç başlıyor.
Madde, beynin duygu, heyecan ve bellekle ilgili bölümlerini doğrudan etkilediğinden, kullanıcı sürekli bu heyecan ve hatırlamanın etkisi altında kalıyor; madde anılarını canlı tutuyor. Bu durum, bağımlılığın aşılmasını daha da zorlaştırıyor. Kişiye maddeyi çağrıştıran bir yer, bir görüş ya da kişisel eşya, arzuyu tetikleyebiliyor. Kullanıcılar çoğunlukla, yaşam alanlarında kendilerini bu tür bir bağımlılığa sürükleyen fizyolojik eylemi normal olarak nitelendiriyorlar. Bunu bir yaşam tarzı olarak benimsiyor; düşüncelerinin, duygularının ve çevreleriyle kurdukları ilişkinin bir ifadesi olarak görüyorlar.
Pgibolojik açıdan bakıldığında bağımlılık, bir savunma mekanizması gibi de değerlendirilebilir. Yemek yeme alışkanlıklarındaki bozukluklar ve egzersiz bağımlıları üzerinde çalışmalar yapan pgibolog Lizzie McCann, acı veya ruhsal sıkıntıları gidermek için, kişilerin birtakım kaçış yollarına ve bağımlılıklara yöneldiklerini belirtiyor. “Şekerli besinler kan şekerini, egzersiz de endorfini artırıyor. Bağımlı kendisini daha iyi hissetmek için eylemini tekrarlıyor. Sürekli kola içmek, salonlara kapanıp aşırı spor yapmak, her fırsatta gece kulüplerine gidip dans etmek gibi… Ancak, bu sadece bir oyalanma davranışı ve sorunun temeline etkisi olmuyor. Sonuçta ruhsal sıkıntı arttıkça, kişi de bağımlısı olduğu eylemi çoğaltıyor.” Boşuna dememişler parayla saadet olmaz diye. istediğiniz kadar alışveriş yapın, spor salonlarında vakit harcayın sorun içinizde olduğu sürece tatmin olamazsınız. insan, ruhunu göz ardı edip, onun gelişim ve ihtiyaçlarına vakit ayırmayıp sadece bedeniyle ilgilendiği sürece mutlu olamaz!
Sigara içenlerde beyin, serotonin – endorfin salgılama işini sigara içimine endekslediğinden otonomisini kaybediyor. Keyiflenince de, dertlenince de sigara içilmesinin açıklaması; beynimizin olması gerekeni bırakıp, sigara içimine endeksli serotonin-endorfin salgılaması.
Sigarayı bırakmaya kalktığınızda ilk 72 saat önemli, çünkü beyin bu tembelliğe alıştığından, yani serotonin- endorfin salgılamayı sigara içimine göre yönlendirdiğinden yeniden kontrolü ele alıp, bu kimyasalları ne zaman üretip, üretmeyeceğine kendi başına karar verebilme yetisini hatırlamak için 72 saate ihtiyaç duyuyor.
Sigarayı ya da başka bir bağımlılığınızı bıraktığınızda eksilen bir hormon olması muhtemel. Eğer bu ekgibliğin size verdiği mutsuzluğa dayanabileceğinizi ve hormon salgılanışının normal seviyeye gelene kadar bağlı alışkanlığınızı yapmayacağınıza güveniyorsanız SADECE DAYANIN. Eğer bu hormondan biraz salgılatsam fena olmaz derseniz bağımlı olduğunuz şeyin hangi hormonu etkilediğin öğrenip doğal yolarlardan (Az miktarda kuruyemiş, spor, sex vb.) onu salgılatmada problem olacağını zannetmiyorum.
“Bağımsızlık bir eve benzer; onu tek tek tuğlalarla inşa edersin. Koyduğun ilk tuğla irade gücündür. Bu özellik herhangi bir anda sana doğru şeyi yapma ilhamı verir. Cesaretle davranma enerjisi verir. Sürmekte olduğun yaşam biçimini kabul etmekten çok, hayal ettiğin yaşamı sürme kontrolünü sağlar.”
Robin S. Sharma (Ferrari’sini satan Bilge.)
Tümünü Göster