-2
Düşman kararlı bir şekilde direnmeyi sürdürüyordu. Hiç de “korkak palikarya” filan gibi değildi. Özellikle de bu kesimde, çok inatçı bir şekilde çarpışıyorlardı. Onları dokuz yıl öncesinden yani Yanya’dan zaten çok iyi tanıyordu. Başarısızlık halinde nelerin olabileceğinin farkındaydı. Çiğiltepe sanki ateşten ve dumandan bir cehennem haline gelmişti... Birden hiçbir sesi duymaz oldu. Kendi iç dünyasındaydı ve iç hesaplaşmasını yapmaya başlamıştı. Çıt çıkmıyordu... Kurumuş çatlak dudakları aralandı, kimseye de duyurmayacak şekilde, kısık bir tonda ve öfkeyle dişlerini sıka sıka, sanki tam karşısındaki dağ canlıymış gibi ona doğru söyleniverdi:
“Hey mübarek dağ, bak bakalım bana! Gelecek nesiller senin kıymetini bilir ve burada bugün olanları, sebil olan şu canları umarım hatırlarlar. Başarırsak, bunca kana ve cana mal olan bu tepenin değerini umarım anlayabilirler... ”
Sonra öfkesini içinde tutamadan yine karşıdaki Çiğiltepe’ye doğru aynı şekilde tane tane söylenmeye devam etti:
“ Dağ, dağ, bak bana! Sen neymişsin böyle? Bana bugün nasip olmayacakmışsın sen, öyle mi? Sen, peki benim 27 yıllık fırtınalı ömrümde hangi tepeleri, dağları nasıl yendiğimi hiç biliyor musun ki? Dağ, dağ! Sana söylüyorum, cevap ver diyorum sana! Benden daha mı kuvvetlisin sen? Beni yenebilecek misin ki?”
Sanki sorusunun cevabını almış gibi birden suskunlaşmıştı. Kum torbalarının ardından bakıp gözlerini, sanki delecekmiş gibi, heybetli görünen tepenin çalılık zirvesine dikti. Dişlerini sıkarak, öfkeyle söylenmeyi sürdürdü:
“Dağ, orada hep vardın sen. Var olmaya da devam edeceksin. Asırlardır Reşat’lar buradan bir bir gelip geçiyor... Ey Çiğiltepe, evet, orada hep vardın ve var olmaya da devam edeceksin! Ama adının daha çok anlamlanmasını, bizlerin kanından ve canından alacağını ve senin de bu isimle ancak böyle ünlenebileceğini, şu anda benden başka kimse bilmiyor! Seni hatırlanacak hale getireceğim. Seni onurlandıracağım. işte sen, bunun için beni asla, ama asla yenemezsin! Yenemeyeceksin. Çilekeş Anadolu’da bazı tepeleri Ziyaret Tepe yapanların veya onları meşhur edenlerin, ona kan ve can verenler olduğunu, hele biz iyi biliriz! Bu tepelerin de elbette kıymetini bilecekler bir gün! Bunları anlamlandırma sırası şimdi bizlerde... Yani anlaşılan şu an sıra bende” dedi dişlerini sıka sıka sessizce. Bir yandan da sürekli saatine bakıyordu. Sanki bir şeye karar vermiş gibiydi. Göz ucuyla umutla baktığı karargâhından, hâlâ iyi bir haber yoktu. Verdiği söze ise sadece 15 dakika kalmıştı. Saat 11.45’ti. Artık süre dolmak üzereydi…
Tümünü Göster