https://www.youtube.com/watch?v=IRkxXPmqfro
Sanırsam o kasfetli günlerden birinde Kızılay’da ki kursumun beşinci katındaki sınıfında oturuyorum. Dikdörtgen şeklinde, daha ne kadar klagib bir sınıf olabilirim diye bağırdan, beyaz duvarlı, ince uzun, havasız ortamında sol koldan üçüncü sırasına geçtim. Sırtımı duvara yasladım, ayaklarımı uzattım diğer öğrencilerin gelmesini bekliyorum kulağımda kulaklık. Dersler aslında 2 hafta önce başlamıştı ve bir kaç kişiyle öyle sohbet ettiğim olmuştu, biraz olsun dersin çabuk başlamısını istiyordum aslında. Derse olan hevesimden filan da değil bu, çok sıkılmışım o hayatımdan ki herhangi küçün bir değişiklik gökten inen nimet gibi hissettiriyordu. Çok zaman geçmeden diğer öğrenciler geldi, hala ilk zamanların verdiği utangaçlık birazcık varmış ki milletin ağzını açamazsın kolay kolay. Öğretmen geldi, dünyanın başka yerlerinden gelen mahlukatlar ile birlikte geçireceği muhteşem heyecanlı dersin verdiği heves yüzünden nasıl okunuyor(!) sana kelimeler ile anlatmam pek mümkün değil. Ofiste çalışan sekreter, öğretmenin bizimle yaptığı küçük bir sohbetten sonra her zamanki rutine haline geliceği bir şekilde sınıf defterini getirdi ve ikinci ders yeni iki kişinin geleceğini söyledi ve aynı hızla kayboldu mavi sınıf kapısının ardında.