0
4. Bölüm: iNGiLiZ DERiN DEVLETiNiN GÜDÜMÜNDEKi ERMENi MESELESi
150 Yıllık Yıpratma Projesi
Ermeniler; dürüst, akıllı ve değerli bir millettir. Bizim milletimizdirler. Tarihte, her dönemde milletimizin en değerli parçalarından biri, bizden biri olmuşlardır. Güvenilir, sanatçı, aydın ve yetenekli kişilikleriyle ön plana çıkmışlardır. Şu bir gerçektir ki, ingiliz derin devleti, bu güzel milleti bizden ayırmaya ve uzaklaştırmaya geçmişte çok çaba göstermiştir. Bu çabalar şu anda da devam etmektedir. Söz konusu derin güç, tarih boyunca Ermeni meselesini daima koz olarak kullanıp gerçek amacına ulaşmaya çalışmıştır. Ermeni meselesinin tarihini incelerken bu gerçeklerin dikkate alınması önem teşkil etmektedir.
Geçmişe dair Osmanlı’daki Ermeni meselesini gündeme getirmemiz, bu meselenin tümüyle ingiliz derin devleti tarafından planlanmış ve yürütülmüş bir konu olmasından kaynaklanmaktadır. Ermeni kardeşlerimizle aramızı açan tüm oyunlar, ingiliz derin devleti tarafından geliştirilmiş ve uygulanmıştır. Bu konunun çok iyi bilinmesi ve aşağıda belirteceğimiz delillerin bu nedenle çok iyi değerlendirilmesi gerekmektedir.
Millet-i Sadıka
Anadolu Ermenilerinin Müslümanlarla tanışması 4 Halife döneminde başlamıştır. 640 yılında ilk defa Kafkasya’ya gelen Müslümanlar, 653 yılında Hz. Osman döneminde bölgede tam bir hakimiyet sağlamıştır. Dönemin Suriye Valisi, ilerleyen süreçte ise Emeviler Devleti’nin ilk kurucusu olacak olan Muaviye, bölgede Müslümanlaştırma ya da Araplaştırma politikaları gütmemiş ve yerel Nakharar sülalelerine geniş özerklikler tanımıştır.
Sultan Alparslan, 1071 Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizans ordusunu yenerek Anadolu’nun kapılarını Türklere açmıştır. Bu tarihten sonra Anadolu Ermeni halkları da Türklerle birlikte yaşamaya başlamışlardır. Selçukluların yıkılmasından sonra Osmanlı Beyliği Anadolu birliğini tekrar kurana kadar Ermeni Kilisesi, Türk, iran ve Moğol yönetimi altında kalmıştır.
Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında istanbul’u fethetmesiyle başlayan dönem, Ermeniler için adeta bir altın çağ olmuştur. Fatih, kendi isteğiyle Ermenilerin Bursa’daki ruhani reisi Hovakim’i istanbul’a getirtmiş ve 1461’de Rum Patrikliğinin yanında bir de Ermeni Patrikliği kurdurmuştur. Patrik, Padişah’ın fermanıyla Ermeni cemaatinin lideri ilan edilmiş ve Ermeniler tamamen onun yönetimine bırakılmıştır. Bu dönemden sonra çeşitli ülkelerden istanbul’a büyük bir Ermeni göçü yaşanmış ve istanbul’da güçlü bir Ermeni topluluğu oluşmuştur. Yavuz Sultan Selim’in ve Kanuni Sultan Süleyman’ın Doğu Anadolu ve Güney Kafkasya’daki fetihleriyle birlikte, buradaki Ermeniler de istanbul’daki cemaatin bünyesine dahil olmuş ve istanbul Patrikliğine bağlanmışlardır. Osmanlı yönetimi boyunca Ermeniler, dinsel, siyasal, ekonomik ve kültürel açıdan çok büyük bir özgürlük yaşamışlardır.
Ermeniler Osmanlı topraklarında Millet-i Sadıka (Sadık Millet) sıfatıyla, Müslüman bir ülkenin gayr-i Müslim, dost ve güvenilir vatandaşları sıfatıyla yaşamışlardır. Osmanlı’nın değerli ve vazgeçilmez bir parçası olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Her Osmanlı vatandaşı gibi Osmanlı Devleti içinde de her türlü hak ve hürriyete sahip olmuş, dinlerini diledikleri gibi yaşamış, diledikleri gibi ticaret, zanaat yapmış ve ibadetlerini istedikleri gibi yerine getirmişlerdir. Bu, Kuran’ın gösterdiği yoldur.
Şüphesiz, Kitap Ehlinden, Allah’a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah’a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. işte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Al-i imran Suresi, 199)
Türkiye Ermenilerinin 84. Patriği II. Mesrob’un konuşması
Türkiye Ermenilerinin 84. Patriği II. Mesrob, 22 Mayıs 1999’da, Hilton Oteli’nde yapılan bir resepsiyonda duygularını şu şekilde ifade etmiştir:
…Fatih Sultan Mehmet’in, istanbul’u fethinden sekiz yıl sonra, 1461’de Batı Anadolu’daki Ermeni Episkoposluğunu çıkardığı bir fermanla istanbul Patrikliğine dönüştürmesi, Fatih’in ve Osmanlı Sultanlarının gelecek vizyonu ve diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün çok açık bir örneğidir. Tarihte bir dine mensup bir hükümdarın başka bir dinin üyeleri için ruhani riyaset makamı tesis etmesi, ne Fatih’ten önce ne de sonra görüldü… Yeni bir bin yıla girerken dünyada yaşanan gerginlikleri, özellikle yakın çevremizdeki savaş ortdıbını göz önünde bulunduracak olursak, 538 yıl önce gerçekleşen bu olayın değerini, dinler ve kültürler arası hoşgörünün önemini, sanıyorum daha iyi kavrayabiliriz…
Tümünü Göster