0
ingiliz Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından George Percy Badger, Ocak 1873’te Osmanlı Hilafeti hakkında bir rapor hazırladı. Bu rapora göre Peygamber Efendimiz (sav)’in Arap olduğu için Hilafetin de bir Arap kurumu olması gerekliydi. Ancak Osmanlı Sultanları, özellikle Asya Müslümanları arasında gerçek bir Halife olarak kabul ediliyor ve hürmet görüyordu. ingiliz derin devleti, bu aldatıcı “ırk” meselesinden yola çıkarak özellikle Arap Müslümanlarını Osmanlı’ya karşı kışkırtmaya çalıştı. Derin planlara göre bu taktik, Arapların Osmanlı padişahlarını Halife olarak tanımalarını engelleyecek ve böylelikle Osmanlı Halifelerinin islam dünyasındaki nüfuzu azalacaktı.
Bu rapordan sadece 5 ay sonra ingiliz Dışişleri Bakanlığı islam ülkelerindeki tüm temsilciliklerine bir memorandum yolladı. Bakanlık, “Müslümanlar arasında yaşanan dini karakterli siyasi uyanışı andıran gelişmeler hakkındaki gözlemlerinin” en kısa zamanda rapor edilmesini istedi.2
Yaklaşık 60 milyon Müslümanın yaşadığı bölgelerdeki hakimiyeti açısından ingiltere, Osmanlı’ya ve elinde bulundurduğu Hilafet makdıbına cephe almaya başlamıştı.
ingiltere Dışişleri Bakanlığı’nda diplomat olarak çalışmış olan Wilfrid Scaven Blunt, Ortadoğu ve Arap uzmanı olarak biliniyordu. Bölgeye yaptığı ziyaretlerle Arap bağımsızlık hareketinin önemli destekçilerinden olan Blunt, Arapları Osmanlı’dan ayırmak için planlar üretmeye başlamıştı. The Future of Islam (islam’ın Geleceği) isimli kitabında Osmanlı Hilafetine ağır suçlamalar yöneltmişti:
Osmanlı hanedanı islam’ın felaket sebebidir ve sonu yaklaşmıştır… Adı ister Abdülaziz olsun, ister Abdülhamit, bir Osmanlı Halifesi var olduğu sürece islam dünyasında ahlaki bir ilerleme olamayacak ve içtihat kapısı açılamayacaktır. Abdülhamit’in yönetimi ne adildir ne de islam hukukuna uygundur. Tamamen askeri güce dayanan böyle bir yönetim uzun süre yaşayamaz. Dolayısıyla yakın bir gelecekte Hilafet Mekke veya Medine’ye nakledilecektir.3
Blunt, geçmişte yüksek bir medeniyete sahip olan Arapların geri kalmalarının en büyük sorumlusunun Osmanlı Devleti olduğunu iddia ediyordu. ingiltere’nin artık milyonlarca Müslümana sahip bir imparatorluğunun olduğunu ve istanbul’daki Halife’yi desteklemek yerine, kendi himayesi altında bulunan, yönlendirmesi kolay olacak bir Arap Halifesine yatırım yapmasının stratejik açıdan daha mantıklı olduğu düşünüyordu. Bağımsız Arap krallıklarının kurulabilmesi ve Hilafetin Mekke’ye taşınması durumunda, bölgedeki Osmanlı hakimiyetinin çökertilebileceğine inanıyordu.
ingilizlerin Hindistan Dış Politika Sekreteri Graat, ingilizlerin Mısır Yüksek Komiseri Kitchener’e yazdığı bir mektupta, ingiliz derin devletinin aslında nasıl bir Arap devleti arzuladığını açıkça belirtiyordu:
Kuvvetli bir Arap Halifeliği meydana getirilmesi, kesinlikle ingiltere’nin arzuları dahilinde olamaz. Biz, birleşik bir Arap devleti istemeyiz. Araplar, zayıf ve parçalanmış bir statüde bulunmalıdırlar. Bizim hakimiyetimiz altında, mümkün olduğu kadar küçük prensliklere ayrılmış oldukları halde, ingiltere’ye karşı zayıf mukavemetli, fakat Batı’nın büyük devletleri’ne karşı tampon bir statüde kalmalıdırlar.4
I. Dünya Savaşı günlerinde ingilizlerin, Araplara ve Hilafet makdıbına vermek istedikleri statü hakkında bir diğer Batılı kaynakta şu açıklamalar yer almaktadır:
Rahat rahat hükümran olmak için, tefrika ve nifak icat etmek yolundaki eski politikalarına sadık olan ingilizler, mültehid (birleşmiş) ve kudretli bir büyük (Arap) imparatorluğunu, ne pahasına olursa olsun, kesinlikle arzu etmiyorlardı. Çünkü böyle bir imparatorluğun hükümdarı, behemehal müstakil kalmak arzusuna düşecekti. ingilizler, küçük devletlerden oluşmuş bir mürekkep federasyonunu daha ziyade arzu ediyorlardı. Bu sayede, muhtelif şeyler arasında çıkacak ihtilaflarda hakemlik etmek için, ingilizlere lüzum hissolunacaktı. ingilizler, büyük bir Arap imparatorluğu lehine Kuveyt, Bahreyn, Maskat, Hadramut Emirlikleri üzerindeki hakimiyet haklarından vazgeçmek fikrinde de değillerdi. Diğer taraftan hilâfet meselesi, ingiltere için pek nazikti. ingiltere, Hindistan Müslümanlarının hissiyatını da hesaba katmak mecburiyetinde idi. Hindistan Müslümanları ise, Araplardan ziyade Türklere taraftardılar. istanbul Halifesi’ne bağlı kalmak istiyorlardı.5
Görülüyor ki, yüz milyonluk Arap aleminin, sınırları ihtilaflarla dolu şekilde 16 Arap devletçiğine bölünmesi, sadece ingiliz derin devletine hizmet etmek içindi.
Arap dünyasını parçalara bölerek hem Osmanlı’dan hem de birbirlerinden ayırma stratejisi, 1800’lerin sonu ve 1900’lerin ilk yıllarında ingiliz derin devletinin temel politikası olmuştur. Zaten kitabın ilerleyen bölümlerinde de çok detaylıca görüleceği üzere, ingiliz derin devleti, I. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, bu politika çerçevesinde sayısız girişimde bulunmuştur. Gertrude Bell ve Arabistanlı Lawrence gibi “arkeolog” kisvesi altında Arap toplumuna dahil ettikleri ajanları ile bu politikayı kelimesi kelimesine yürütmüştür. Arap kabileler arasında uzun süre dolaşarak bu toplulukları Osmanlı’ya karşı kışkırtma politikası gütmüş, para ve silah yardımı yaparak yanına çekmek istemiştir.
Nitekim ingiliz ajanı olan Arabistanlı Lawrence, toplumları birbirine düşürerek elde ettiği bu sahte zaferi, şu sözlerle dile getirir:
Onları (Arapları) birleştirerek bu yola sokmakla (Türklere isyan ettirmekle) (ingiliz) imparatorluğunda bir Arap dominyonu (sömürgesi) ihdas ettim (meydana getirdim).6
Görülebildiği gibi amaç hiçbir zaman bağımsızlık veya büyük Arap devleti kurmak olmamış, Araplar, ingiliz derin devleti tarafından daima birer sömürge kabul edilmiştir. Ne acıdır ki bu bakış açısı halen devam etmekte, ingiliz derin devletinin Arap ülkeleri üzerindeki sinsi sömürge oyunu sürmektedir.
Fakat şu bir gerçektir ki, ingiliz derin devleti, Hilafet konusundaki entrikalarında başarılı olamamıştır. Ne kadar engellemeye çalışırsa çalışsın, Hilafetin son durağı yine Osmanlı olmuştur. Osmanlı’nın yıkılışı ile sanıldığı gibi Hilafet tümüyle kaldırılmamış, yalnızca tek kişide bulunan egemenlik sona erdirilmiş, Halifelik makamı Cumhuriyetin şahsında koruma altına alınmıştır. Gerçek sahibini beklemektedir. Mustafa Kemal Atatürk de, Hilafetin gerçek sahibinin, ahir zamanda zuhur edecek olan Hz. Mehdi (as) olduğunu bilmektedir ve dolayısıyla bu kutlu şahsın zuhuruna kadar Hilafet makdıbını koruma altına almayı uygun bulmuştur. Hz. Mehdi (as), içinde bulunduğumuz ahir zamanda, hadislere göre Hilafetin son merkezi olan istanbul’da zuhur edecek ve sevgi öğretmeni olarak islam aleminin son manevi lideri olacaktır.
1. Azmi Özcan, “ingiltere’de Hilafet Tartışmaları 1873 – 1909”, islam Araştırmaları Dergisi, Sayı 2, 1998, s. 49
2. Memo by G. P. Badger, “Respecting Turkey and Russia in Their Relations with Arabia and Central Asia”, enc. to Frere to Granville, 26.11.1873, F. O, 424/32.
3. Foreign Office 881/2621, Correspondence Respecting the Religous and Political Revival Among Mussulmans 1873-1874, (London, July 1875).
4. Wilfrid Scaven Blunt, The Future of Islam, London: K. Paul, Trench and Co. 1882, s: 84-92.
5. Süleyman Kocabaş, Osmanlı isyanlarında Yabancı Parmağı “Bir imparatorluk Nasıl Parçalandı?”, Vatan Yayınları, istanbul, 1992, s. 96
Tümünü Göster