-
651.
+2 -1Bir süre sonra yüzünü ellerinin arasından çıkardı..gözlerini sildi, kızarmış yüzü, çarpılmış mimikleri ile içimi parçalıyordu..Tümünü Göster
Keşke fırlayıp gitseydi mine gibi..
Ya da sövüp saysaydı, hakaret etseydi, aşağılasaydı ebru gibi..
Ama yapmadı..yapamadı..yapamazdı…çünkü zaten o, her şeyin farkındaydı..kendine mi kızsın, bana mı kızsın..kime, nasıl kızsın?..
“Ceyda..böyle yapma…özür dilerim ben..beceremedim gene değil mi…senin gibi birini bile idare edemedim..”
Kuzu gibi bakıyordu..küçük hıçkırıklarını bastırmaya, dolan gözlerini küçük parmaklarıyla sildi..
O ateş parçası gibi, alev alev, yanan, ciksi, baştan çıkarıcı, tehlikeli kadın gitmiş, yerine bir kedi yavrusu gelmişti..
Diyorum ya, keşke bağırsaydı, küfretseydi, basıp gitseydi de, böyle bakmasaydı yüzüme..
Gözlerindeki derin hayal kırıklığı ve başarısızlığı, sakin bana da beni yansıyor gibi geldi..
“özür dilerim..olmuyor..zaten..bir daha bu işlere gireceğimi sanmıyorum ben..yeterince insan üzdüm..seni üzdüm..”
Yaşlar yanaklarından süzülürken, nihayet ilk konuştu,
“napıcaz seni bilmiyorum” dedi, sonra da histerik bir gülüş koyverdi..ben de gözlerim dolu dolu bir “hasgibtir bana” gülüşü attım..” kıhh” diye bir ses çıkarır ya insan, kafasını sağa sola oynatır hafifçe, sırtı dikleşip söner bir saniyeliğine.. güler…insan, böyle de güler..ama aslında böyle gülerken “hasgibtir” çeker..
Hasgibtir..
“kim, nasıl mutlu edebilir ki seni?” dedi, tatlı tatlı.. hala ağlıyor, bir yandan da resmen mantıklı mantıklı konuşmaya, bir şeyleri anlamaya çalışıyordu..
“herhalde ben belamı arıyorum.. mutluluğu filan değil.. yoksa, senle gayet mutlu sayılırdım..”
Ben de mantıklı bir şekilde cevap vermeye çalışmıştım..
Lan sanki ayrılık konuşması değil de, benim sorunum üzerine bir açık oturum yapıyormuşuz gibi hissediyordum.. hani, birazdan da “bir telefon bağlantısı alalım” filan dense şaşırmazdım heralde (:
Bu ilk defa oluyordu..
Her şeyiyle farklı, marjinal bu kızın, ayrılık seansı da kendisine özgü oluyordu.. konuşarak, anlaşarak, yorumlaşarak ayrılıyorduk resmen.. zıplayıp giden, lanet eden, beni bırakma diyen bir taraf yoktu…
“seni her zaman çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?..bunu da senin hoşuna giden şekilde göstermeye çalıştım hep.. omza başını dayayıp yıldızları izlemeler, geceleri aşk dolu mesajlaşmalar filan, sana göre değildi.. değil mi?..”
Bir şey diyemedim..
“ben de kuralına göre oynadım senin de beni sevmen için..ama olmadı.. gene olmadı…sen kimseyi sevemezsin be tsigalko..”
“bunu ilk kez duymuyorum” dedim.. gene karşılıklı bir “hasgibtir” gülüşü çektik..
Eliyle uzandı.. elimi tuttu..ne yapıyordu? Daha demin “bitti” dememiş miydim ben? Yeniden başlayabilmeyi mi umuyordu? 30 saniye sonrasında?
“daha önce hiç böyle hissetmemiştim..” dedi.. “ sen belki fark edemedin, ama ben seni ciddi anlamda sevdim.. hastalık derecesinde sevdim..sen.. sanki ruh eşim gibiydin.. şimdi kafana koymuşsun, gideceksin, belli…ama bu beni mahveder.. iyice hesapladın mı olacakları?”
http://fizy.org/#s/2b7d3x
Bir ürperti geldi..nasıl yani..
“Ceyda, saçmalama..sakın..yani..bak,”
“yok yok..kendime zarar vermeyeceğim..” dedi yine gülümseyerek, artık ağlaya güle, yaşlarla da ıslanmış olan yüzü iyice dramatik bir hale gelmişti..ifadeler, duygular karışmış, anılar, hatıralar dağılmış,
Soyguna uğramış bir evin yatak odası gibiydi yüzü..çekmeceler yerde..yorgan, çarşaf dağılmış..kıyafetler etrafa saçılmış…bir cümbüş…eğlencelisinden değil, acı vereninden bir cümbüş..kaos..karmaşa…
“en azından fiziksel olarak” diye devam etti..elimin üzerindeki eli sıklaştı..bakışları donuklaştı..
“yarın sevgililer günü..” dedi… “rezervasyonları iptal etmem gerekecek..ama hediyeni verebilirim hala” deyip yine hastalıklı şekilde güldü..
içim fokurdamaya başlamıştı..düdüklü tencere gibi, korkunç bir basınç dalgası hissediyordum içimde, sanki, biraz koyversem kendimi, patlayacağım..paramparça olup dağılacağım..
Kulaklarım uğulduyordu..rakımı yüksek dağ geçitlerinden geçerken kulaklarınız basınçtan tıkanır, sonra da siz yutkuna yutkuna onu açmaya çalışırsınız ya hani..(izmir-manisa arası çok olur bu) işte ben de sanki bu baskı ve ağırlıktan kurtulmak ister gibi, bir biri ardına yutkunuyor, yanmaya başlayan yüzüm ve boynum için serinletici, Allah vergisi bir esinti diliyordum..
“yok..çok..çok özür dilerim..ceyda..gitmeliyim ben..yoksa ağlamak zorunda kalacağım..beni öyle görmeni istemem..”
Elini elimden çekti..ama gözlerini yüzümden çekmedi..yeniden hıçkırıklara boğulup oturduğu yere sinerken, bu sefer hem terk eden, hem de kalkıp giden bendim..ayağa kalktım..sonra güya vicdan yapıp omzunu sıvazladım..(ne kadar pekekentim aq..kendime sinir oldum bak şu an..) sonra da onu orada, öylece, darmadağın bırakıp uzaklaştım..
Attığım her adımda, az önceki anların baskı ve kasvetinden de uzaklaşıyordum..artık yeni bir hayat vardı önümde..başka biri olma şansı..ve Ceyda, bu yolda vermem gereken son kurbandı..son..artık düzgün bir adam olacaktım..değişecektim..
Yüzümde anlamsız bir gülümsemeyle mühendislik kantinine girerken, bulutların arasından çıkan güneş göz kırptı..aydınlanan girişte, elinde parlak kılıcıyla, kar beyazı atının üzerinde şaha kalkmış, üstü başı parça parça ve dağılmış haldeki kara kuru şeytanı köşeye sıkıştırmış heybetli bir melek figürü gözümün önüne gelir gibi oldu..
iyi tsigalkonun dönüşü muhteşem olmuştu..
gibicem bu fizy i de haa..tak ettiler versiyon yapalım derken amk salakları..
14 şubat..
Havanın “yağsam mı? Yoksa açsam mı lan?” düşünceleri arasında bir türlü karar veremediği, bir çiseleyip, bir parladığı, yarı ıslak bir Salı günü..
Düne kadar, bu özel günün, kendisine özel anlamlar ifade ettiği, sevgilisi olan bir adamdım.. bugün sapım.. tamamen kendi tercihim,
öğlen biten dersimin ardından yurtta oturmuş, kupama doldurduğum çay eşliğinde play station oynuyorum. Manchester city de darius vassel in, frimpong un filan olduğu zamanlar, iki de transfer yapmışım.. takım yakıyor ortalığı..
Tolga odada değil, bütün gün-gece yalnızım bugün.. günlüğümü yazarım..ps oynuyorum işte.. çayım biterse doldururum gene..tv salonuna iner diğer sap kardeşlerimle geyik muhabbeti yaparım..iyi ya..ne var olm.. takılıyoruz..
5-0 lık m’boro galibiyetinden sonra sıkılıp kolu bir tarafa bırakmıştım ki telefonum titredi..
Mesaj gelmiş, nilaydan..
“iyi misin?” diyor.. sanırım tolgadan haberi almış.. tolga da dün gece benden öğrenmişti malum,
önce kızgın numarası yapmış, sonra “ee ben demiştim abi” moduna geçip üstüme gelmiş, en nihayetinde benim üzgün ve bir şeylere yeniden başlama çabasında olduğumu görünce kankalık görevini yerine getirerek bildiğim dostane tolgaya dönüş yapmıştı.
Epey dertleştik, karşılıklı fikir alışverişiyle, hayatımı masaya yatırdık, geleceğime dair, kendisinin de dahil olduğu planlar yaptık..
Evet, işte ben buyum..her daim ilgiye, pohpohlanmaya, arka çıkılmaya, teselli edilmeye muhtaç bir muhallebi çocuğu! Yes!
Benim bu olmam lazım, binliktir, Kazanovalıktır, jigololuktur (:p) filan bana göre değil, ne diye girmişim ki ben bu toplara?
Benim süt çocuğu olarak devam etmem lazım, en pastörizesinden…
Yoksa çok zarar veriyorum.. kendime..etrafıma.. böyle yürümez..bir gün ağzım yüzüm kayar, ondan sonra belamı bulmuş olurum
işte..en iyisi bir an önce doğru yola dönmek.. demi?
Nilaya cevap attım,
“gayet iyiyim (: size de iyi eğlenceler ;)”
Temiz bir mesaj.. takılmanıza bakın, beni rahat bırakın demek istiyorum öz olarak.
başlık yok! burası bom boş!