o zaman?
işte o zaman, o duygunun adı şefkat beyler..hani, bizim şu "kırkından sonra azacak olan, am peşindeki yeni nesil"imizin asla ama asla tadamayacağını düşündüğüm duygu.
çünkü bizim neslimiz, 60 ın bile hala botoks yaptıran kadınlar ve 70 ine gelmesine rağmen kızı, torunu yaşında genç kızlara göz koyan maymun iştahlı, teneşir paklayasıca adamlardan ibaret olacak..
izdivaç programları da cabası..
ve işte biz, daha doğrusu ben, ebruya karşı, ancak yaşlı bir amcacağızın, tonton bir nineye besleyeceği türden bir sevgi besliyordum.
ebruyu seviyorum beyler..
ve inanın bu konuda mine ile olan imtihanımdan çok daha samimi ve kararlı olduğumu düşünüyorum..
çünkü, mine, benim kendimle savaşımın ortasında yeşermeye çalışan, ama en nihayetinde çamurlu postalların altında ezilmekle son bulan, küçük..hoş bir çiçekti... sarı, beyaz bir papatyaydı..yaşayamadı..yaşatamadım...
oysa şimdi, savaş çoktan bitti..
ülke çoktan bölündü...
bir yarısı, gece pompalayamadığı fıstığa üzülürken,
bir yarısı sevdiğinin eleriyle, omzuyla, saçının dalgasındaki ahenk ile huzur buluyor..
savaş çoktan bitti...
herkes ne istediğini biliyor..
ve işte,
ben de bu yüzden, bu sefer çok eminim...
gecenin son partını girip ben de kaçayım arkadaşlar,
http://fizy.com/tr#s/1ai7bv
günler geçer, ebruyla ben, hala tam olarak adını dillendiremesek de (çünkü kimse diğerine aşkım, sevgilim demiyor), güzel bir şeyler yaşamaya devam ederken, geç kalmışlığımızın hıncını alırcasına, diğer yeni çiftlerden biraz daha samimi ve romantik bir hızlandırılmış flört evresinden geçmekteyiz.
finaller,
dolayısıyla da okulun sonu yaklaşıyor..
biraz genel duruma göz atalım,
derslerim ilk döneme göre daha kötü..bir ara kafayı tamamen yemiş olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek *
yurtta ortam yine sıcak... bir ara orada bile yalnızlaştım gibi hissetmiştim..demek ki yine benim sorunumdan kaynaklı bir durumdu..
tolgayla aramız harika..elbette bazı kişilerin yerini doldurmuyor..dolduramazda..ama ben onun gidenlerin yerini doldurmasından ziyade, kendine yeni bir yer açması istiyordum, başardı da. acılar ve mutluluklarla iyice birbirimize yaklaşmış ve nihayetinde, sene başlarında okan ile olduğu gibi, ayrılmaz bir ikili haline gelmiştik..ah bir de aynı sınıfta olaydık..
ayşen ve ozan, artık biraz durulmakla beraber, hala fazlasıyla ateşli ve toz pembe olan aşklarını yaşamaya devam ediyorlar..artık onlar yokmuş gibi davranıyorum..beni etkileyemiyorlar..zaten yapacaklarını yaptılar..sağolsunlar... beter olsunlar..
nilay, beni öldürmek istiyor olabilir..hele ki ebruyla hallerimizden sonra..
serhatla (ve adamları) takılıyorlar..belli ki herkes kendi çapında ince hesaplar ve stratejiler peşinde beyler *
onca sıçıp sıvamama, onca şey yaşamam rağmen, en az hesaplayan ve en az çıkarcı olan benim sanırım, herkes bir alem..
cerenin kötücül bakışlarına maruz kalıyorum..beni görünce yolunu değiştiren hatun, şimdi ne zaman yolunu bulsa dik dik bakmakla meşgul bana..ama pek iyi duygularla değil eminim..muhtemelen ebruyla da sürtüştüğümü düşünüyordur..yok bebeğim..o konuda sen 1 ayşen 2..daha sizden hızlısına rastlamadım..
ayşen (two) demişken..elbette tahmin edeceğiniz gibi bir daha ne selam ne sabah... o günden sonra görmedim de zaten..hep aynı tak bu kızlar..önce çağır evine, resmen eve at, sonra da konuşcak yüzüm yok ayağına yan yana bile gelmemeye çalış...
performansımı mı beğenmiyorlar lan yoksa? *
sınıfın bana genel bakışı, biraz daha yumuşamış gibi..ebrunun muhabbeti olan kızlarla ben de konuşuyorum, selamlaşıyorum..ebru da aslında benim dişi versiyonum gibiydi sınıfta, ben başkalarının, o da benim yüzümden zamanında kimseyle adam gibi tanışamamış ve yalnızlaşmıştık işte..
yine de dediğim gibi, kızlar bu konuda daha tutucudur, ebrunun benden başka da konuştuğu insanlar vardı yani *
ufuk sümsüğü, benim kızın bir önceki çıktığıydı malum... bir kaç kez dik dik baktım buna, bakalım ne tepki verecek diye, esnemekle yetinince "ya tsigalko uraştığın şeye bak aq" deyip kendime güldüm..
iki yeni kızla tanıştım sınıftan, diyorum ya, artık insanlar bana karşı biraz daha yumuşaklar..sonuçta ben, sevgili olunabilecek kadar iyi bir çocuğum yani, bunu anladılar sanırım *
kızların isimleri seda ve tuğçe, biri hoş bir kız, öbürü dışarda kapanıyor(tuğçe). insanları dış görünüşüyle yargılamam, ama her kuğunun da kendi gölünde yüzmesi taraftarıyım..
ikisi de iyi kızlar ve ilerleyen bölümlerde hikayeye epey dahil olacaklar..
görüldüğü gibi, en sonunda dalgalar durulmuş, rüzgar kesilmiş, hayatım biraz sakinleşmişti.
ama ben dalgalı denizlerin fatihi olmaya alıştığım için, deyim yerindeyse rahat zütüme batmıştı ve bir süre önce aklımın arka odalarından birine attığım, ama üzerine kapıyı kilitlemeyi unuttuğum bir düşüncem, bu huzurlu hayata bir son vermek gerekliliği uyarınca yeniden su yüzüne çıkmıştı.
ebruya ayşen (two) yu ve onunla geçirdiğim günü anlatacaktım..
bu konudaki kozlarım ise, "dobralığım" "ondan hiç bir şey gizleyemiyor oluşum" ve "onu gerçekten düşündüğüm için aramızda sır kalmasını istemediğim" olacaktı..
kim bilir, belki bu açık sözlülüğüm karşısında, o da bana bir şeyler anlatırdı,
ya da "lanet olsun sana" deyip ağlaya ağlaya beni terk etmeye çalışırdı...
o kadar abartır mıydı bilemiyorum, ama bildiğim bir şey varsa, o da bu konuyu ondan gizlemeyeceğimdi... yeterince sır saklamıştım zaten..yeterince yalan söylemiştim...
bir gün okul çıkışı, bana minenin öğrettiği ( hani şu ilk ayşen (two) tartışmasının yaşandığı) kafeye zütürecektim onu,
orası bir nevi "ayşenle muharebe" alanı olmuştu artık *
gerçi hayatımın her köşesi, ayşen ve ayşenlerle muharebe alanıydı ya neyse...
çıkışta kol kola, o yine her zamanki gibi bulutların üzerinde, ben ise biraz parçalı bulutlu bir şekilde, benim birazdan dökülüp saçılacağım kafeye gitmek üzere, öncesinde bizi merkeze ulaştıracak olan minibüslere doğru yürümekteydik...
ben bir yandan hikayenin ağır taraflarını süzgecimden geçirirken, bir yandan da onun vereceği tepkilere nasıl cevap üretirim diye düşünüyordum...
gene ilginç ve bilinmezliklere gebe bir gece beni bekliyordu anlayacağınız...
yaşayıp göreceğiz...