0
16 Mayıs'ta Mısır Silahlı Kuvvetleri alarm durumuna geçirildi. Esasen 14 Mayıs'tan itibaren Mısır kuvvetleri, 1956'dan beri Birleşmiş Milletler barış gücünün kontrolünde olan Sina'ya girmeye başlamıştı. Yine 16 Mayıs'ta Mısır, gerek Sina Yarımadası'nda ve Gazze'de bulunan ve gerek Akabe Körfezi'nin Kızıldeniz'e çıkış noktası olan Tiran Boğazı'ndaki Şarm el-Şeyh'deki Birleşmiş Milletler askerlerinin buralardan çekilmesini istedi. B.M. askerleri, 19 Mayıs'tan itibaren buralardan çekilmeye başladı ve yerlerini Mısır askerleri aldı.
Bu olay, Arap-israil gerginliğinde önemli bir tırmanma teşkil etmekteydi. Mısır, bu hareketi ile iki cepheden israil'e karşı pozisyon alıyordu. Biri, Sina'yı tamamen kontrolü altına almak suretiyle, israil'e karşı doğrudan hareket imkânını kazanması ve arada B.M. Kuvvetleri'nin mevcut olmamasıydı. ikincisi ise, Şarm el-Şeyh'e askerini sokmakla, israil'in Kızıldeniz'e çıkışı olan Tiran Boğazı'nı kontrol altına alıyordu.
Nasır, bununla da yetinmedi ve 22 Mayıs'ta Tiran Boğazı'nı israil gemilerine ve 24 Mayıs'ta da bütün deniz trafiğine kapadı. Bu sonuncu tedbir ile, israil'e başka ülke gemilerinin yardım getirmesini önlemiş olmaktaydı.
22 Mayıs'tan itibaren Tiran Boğazı'nın ve arkasından Akaba Körfezi'nin kapatılması, Orta Doğu'daki havayı birdenbire gerginleştirdi. Çünkü, israil Mısır'ın bu hareketini, kendisine yöneltilmiş bir saldırı olarak kabul etti. Bu sebeple, 23 Mayıs'tan itibaren Amerika ve Sovyetler harekete geçerek, bir savaşı önleme çabalarına giriştiler.
Vietnam Savaşı'nın Kongre'de uyandırdığı tepkiler dolayısıyla Başkan Johnson, israil meselesinde fazla ileri gitmekten korkuyor ve ellerini bağlı hissediyordu. Onun için, Sovyet Rusya'nın da Orta Doğu'da herhangi bir avantaj elde etmesini önlemek için, bu devletle beraber hareket etme kararı aldı. Bu, Sovyetlerin de işine geldi. Çünkü 7 Nisan'daki hava muharebesinde Suriye'nin israil karşısında hiç bir şey yapamaması, Sovyetlerin Araplara olan güvenini sarsmıştı.
Fakat Sovyetler, bir yandan da Arapların güvenini kaybetmek istemiyorlardı. Bu sebeple, bir yandan Amerika israil'i, öte yandan da Sovyetler Suriye ve Mısır'ı yatıştırmaya çalıştılar. iki büyük devletten gelen bu yatıştırma faaliyetinin hiç bir faydası olmadı. Hava yatışacağı yerde, daha da gerginleşti. Nasır, 26 Mayıs'ta yaptığı bir konuşmada şöyle diyordu: "Eğer savaş gelecek olursa, bu topyekün bir savaş ve hedefimiz de israil'i yoketmek olacaktır. Bu savaşı kazanacağımıza inanıyoruz ve şimdi israil ile savaş için hazırız. Bu sefer 1956'daki gibi olmayacak. O zaman israil ile değil, ingiltere ve Fransa ile savaşmıştık".
Al Ahram Gazetesi'nin başyazarı muhafazid Heykel de, yine aynı gün, "Savaş kaçınılmazdır. Araplar ilk defa olarak iradelerini israil'e kabul ettirebileceklerdir" diyordu. Bu arada, Güvenlik Konseyi de 23 Mayıs'tan itibaren toplantılar yaparak ve bir takım kararlar alarak bir krizin patlamasını önlemeye çalıştı. Fakat bunlar da savaşı önlemeye yetmedi.
30 Mayıs'ta Mısır (Birleşik Arap Cumhuriyeti) ile Ürdün arasında bir savunma antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya 4 Haziran'da Irak da katıldı. Mısır Başkanı Nasır, bu katılım dolayısıyla yaptığı konuşmada, "1956 ihanetinin intikdıbını almak için savaşın başlamasını şiddetle arzuluyoruz. Bu savaş bütün dünyaya Arapların da, israil'in de ne olduğunu anlatacaktır" diyordu.
Krizin başlangıcında Sovyetler, israil'in ilk önce Suriye cephesinden harekete geçeceğini tahmin etmiştir. Daha sonraları Başkan Nasır, israil'in Sina cephesinde harekete geçeceğini, ancak cepheden saldırmayıp, Gazze koridorundan girmesini beklemiştir. Halbuki bunların hiç biri olmadı. Arapların istediği gibi ilk saldırıyı israil yaptı. Fakat Araplara ilk ve ağır bir darbe indirmek için 5 Haziran 1967 sabahı 7:30'dan itibaren havalanan israil uçakları, Mısır, Suriye ve Ürdün havaalanlarını bombardıman etmeye başladılar.
Mısır'a yapılan baskında, israil uçakları, Mısır radarlarına yakalanmamak için Akdeniz üzerinde çok alçaktan uçarak, Mısır'ın Batı sınırlarına ulaşmışlar ve saldırılarını batıdan yapmışlardır. Sina üzerinden değil. O kadar ki, israil uçakları Irak'a da ulaşarak Habbaniye Havaalanı'nı bile bombardıman ettiler.
5 Haziran günü akşam olduğu zaman, 16 Mısır havaalanı artık kullanılmaz hale gelmiş ve 280 Mısır uçağı, 52 Suriye uçağı, 20 Ürdün uçağı ve bir çok da Irak uçağı yerde tahrip edilmişti. Sonradan görülmüştür ki, tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı o gün 400'ü aşmış bulunuyordu.
Havaların kontrolu artık israil'in elindeydi. Araplar, 5 Haziran günü 160 israil uçağını düşürdüklerini iddia etmiş iseler de, bu iddianın gerçekle hiç bir alakası olmadığı görülmüştür. Havalardaki üstünlük, israil'in kara harekâtını da kolaylaştırmıştır. Bilhassa Sina Yarımadası'ndaki muharebelerde Mısır'ın zırhlı kuvvetleri, israil zırhlı kuvvetlerinden ziyade, havadan israil uçaklarından ağır darbeler yemiş ve perişan olmuşlardır. Bundan dolayı, israil kuvvetleri üç gün içinde bütün Sina'yı ele geçirip, 7 Haziran akşamı Süveyş Kanalı'nın sağ kıyısındaki, kuzeyde Kantaro, ortada ismailiye ve güneyde de Port Tevfik'e ulaşmışlardır.
Bu durumda Mısır'ın yapabileceği bir şey kalmamıştı. 8 Haziran'da israil ile ateşkesi kabul ederek, israil kuvvetlerinin Kanal'ın diğer yakasına geçmesini önlemiştir.
israil için 1967 Savaşı'nın en çetin cephesi Ürdün cephesi ve Batı Şeria cephesi olmuştur. Ürdün kuvvetleri, gerçekten israil'i uğraştırmış ve ciddi kayıplar verdirmişlerdir. Fakat onlar da Mısır'dan daha fazla dayanamadı. 7 Haziran günü Nablus muharebesini kaybedip, şehir, israil kuvvetlerinin eline geçince, israil bütün Batı Şeria'yı işgal etmiş oluyordu. Bu sebeple 7 Haziran akşamı Ürdün de israil ile ateşkesi kabul etti.
8 Haziran'dan itibaren Suriye cephesinde Golan Tepelerinde muharebeler şiddetlendi. Suriye, Golan Tepelerinden aşağıdaki israil yerleşim merkezlerini 1956'dan beri 11 yıl süre ile bombalamıştı. Yani bu tepelerin, israil'in Suriye'ye karşı savunması bakımından stratejik bir önemi vardı. Suriyeliler de israil karşısında fazla dayanamadılar. israil kuvvetleri, Golan Tepelerini aldıktan sonra, Suriye topraklarında ilerlemeye başladılar. israil kuvvetlerinin ilerleme istikameti Şam'dı.
işte tam bu sırada, 10 Haziran günü Sovyetler, Amerika'ya başvurarak, israil ilerlemesi durdurulmadığı takdirde, "askeri harekât" da dahil gerekli tedbirleri alacaklarını bildirdiler. Bu sırada israil kuvvetleri, Şam'a 40 mil mesafedeki Kuneitra'ya girmiş bulunuyordu. Dolayısısıyla israil, Kuneitra'da durdu ve o gün saat 16:30'da da israil ile Suriye arasında ateşkes başladı. Altı Gün Savaşı böylece sona ermiş oluyordu.
Savaşın sonu Araplar için tam bir hezimetti. Savaştan sonra bir Arap askeri gücü kalmamıştı. Mısır, Sina'ya 80-100 bin kişilik bir kuvvet sürmesine rağmen bir şey yapamamıştı. Mısır, 600-800 tank kaybetmişti. 100'den fazla kullanılabilir Sovyet yapısı tank israil'in eline geçmişti. Yine Mısır'ın 400 topu ile 10.000 askeri aracı Sina'da tahrip edilmişti. Tahrip edilen Arap uçaklarının sayısı 441 olarak tesbit edilmiştir ki, bunun içinde Sovyet yapısı 280 Mig ve 60 Ilyuşin uçağı da bulunmaktaydı. Başka bir deyimle, 1967 Arap yenilgisi, aynı zamanda Sovyet silahlarının da yenilgisi idi.
Arapların bu silah kaybı, Sovyetlerin bu ülkeleri tekrar silahlandırmak için daha sıkı kontrolü altına alması ve Orta Doğu'da daha fazla söz sahibi olmak için de bir fırsat olmaktaydı.
1967 zaferi ile israil, topraklarını dört misli daha genişletmiştir. Gazze ve bütün Sina Yarımadası israil'in eline geçtiği için israil, Süveyş Kanalı'na dayanmış ve güneyde de Şarm-el-Şeyh'i alarak Tiran Boğazı'nın kontrolüne sahip olmuştur. Yine Sina'nın kuzeydoğusundaki Gazze Bölgesi de israil'in eline geçmiştir.
israil, Ürdün'den Şeria Nehri'nin batısındaki bütün toprakları alarak, Şeria Nehri, Ürdün ile israil arasında sınır olmuştur. Keza, Ürdün'ün elindeki Doğu Kudüs de israil'in eline geçmiştir ki, bu suretle 2000 yıldan beri ilk defa olarak Yahudiler Kudüs'e tekrar sahip oluyorlardı. Osmanlı Devleti'nin 400 yıl elinde tuttuğu kutsal Kudüs'ü, Araplar, 50 yıl ellerinde tutamamışlardı.
israil, Golan Tepeleri denen ve Kuneitra'ya kadar uzayan Suriye topraklarını da işgal etmişlerdi. israil, bu toprakları elde etmekle, kendisi için gerekli güvenlikli sınırlara sahip olmaktaydı. Fakat, israil'in bu güvenliğine karşı da, Sovyetler bilhassa Mısır ve Suriye üzerindeki nüfuzunu daha da arttırarak, bir bakıma bu güvenliği belirli ölçüde zayıflatmış olmaktaydılar. Zira, 1967 Savaşı'ndan sonra Sovyetler, Arap ülkelerini yeniden silahlandırmaya başlayarak israil karşısında bir silah dengesi kurmaya çalıştıkları gibi, bundan da daha önemlimi, Akdeniz'deki varlıklarını arttırdı.
Tümünü Göster