-
76.
0ÖLÜM SANCILARININ ŞiDDETi VE RUHUN ÇIKIŞ ŞEKLiTümünü Göster
insanların ölüm sancılarının büyüklüğünü bilmelerine rağmen ondan sakınmamalarının nedeni cahil olmalarındandır. Çünkü bir şeyi daha meydana gelmeden önce bilmek (Allah'ın izni ve müsaadesi ile) ancak peygamberlik ve velâyet nuru ile mümkündür. Bu sebeple peygamberlerin ve evliyaların ölümden korkuları çok büyük olmuştur. Öyle ki, isâ (a.s) ashabına şöyle demiştir:
“Ey havarîler! Allah'a dua edin de şu ölüm sancılarını bana hafifletsin. Ben ölümden öyle korktum ki, korkum beni ölümden ölüme sürükledi.”
Anlatıldığına göre isrâiloğulları'ndan bir grup bir mezarlığın yanından geçerken birbirlerine:
- Allah'a (c.c) dua etsek de bu kabristandakilerden birini bizim için diriltse; biz de ona sorular sorsak, dediler ve hep birlikte dua etmeye başladılar. Derken kabirlerin birinden, alnında secde izi bulunan bir adam çıkıverdi, onlara:
- Ey insanlar! Benden ne istiyorsunuz? Ölüm acısını tadalı elli yıl oldu, ama hâlâ acısı kalbimden gitmedi, dedi.
Hz. Âişe (r.anh) şöyle demiştir: Hz. Peygamberin (s.a.v) vefatının şiddetini gördükten sonra artık hiç kimsenin ölümünün kolay oluşuna imrenmem.
Allah Resûlü (s.a.v) Efendimiz bir duasını şu şekilde yapmıştır:
“Allah'ım! Ruhu sinir aralarından, damarlardan ve parmak uçlarından çekip alan sensin. Allah'ım! Ölüme karşı bana yardım et ve onu bana kolaylaştır.” [4]
Hasan-Basrî, (rah) şöyle anlatmıştır: “Bir keresinde Resûlullah (s.a.v) sahabelerine ölümden; onun verdiği sıkıntı ve acıdan bahsetti; sonra:
“Onun acısı üç kılıç darbesi kadardır.” [5] buyurdu.
Resûlullah'a (s.a.v) ölümden ve onun şiddetinden sorulduğunda şöyle cevap vermiştir:
“Ölümün en hafifi, yünün içinde bulunan pıtrağa benzer; hiç pıtrak yünsüz çıkar mı?! Elbette ki onunla beraber yün de gelir.” [6]
Resûlullah (s.a.v) ölüm döşeğinde olan bir hastanın ziyaretine gitti; yanına vardığında şöyle dedi:
“Onun çektiği acıları bilirim! Onun her bir damarı ölümün acısını ayrı ayrı hissetmektedir.” [7]
Hz. Ali (k.v) cihada teşvik eder ve şöyle derdi: “Şayet savaşta öldürülmeseniz de muhakkak öleceksiniz! Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, cihat meydanında bin kılıç darbesiyle öldürülmem bana yatakta ölmekten daha kolay gelir.”
Evzaî (rah) der ki: “Bana kadar gelen bilgilere göre; ölü, tekrar dirilinceye kadar ölümün acısını hisseder.”
Şeddâd b. Evs (r.a) ise şöyle demiştir: “Mümin için dünya ve âhiret acılarından en korkutucusu ölümdür. Çünkü o, testere ile biçilmekten, makaslarla doğranılmaktan, kazanlarda kaynatılmaktan daha şiddetli bir acı verir. Şayet ölen birisi tekrar dirilip dünya ehline ölümün acısını haber verse, onlar ne hayattan bir zevk alırlar ne de gözlerine uyku girerdi.”
Zeyd b. Eslem (r.a), babasının şöyle dediğini anlatır:
“Mümin bir kulun (âhirette yüksek mertebelere kavuşmak için) ameliyle ulaşamadığı bir derece kalmışsa, cennetteki derecesine ulaşabilmesi için ölüm sancıları ona zorlaştırılır ve artırılır. Kâfir birisinin karşılığını göremediği bir iyiliği de varsa yaptığı iyiliklerin karşılığını fazlasıyla alabilmesi için ölüm ona kolaylaştırılır, böylece o cehennemi boylar.”
Adamın biri zaman zaman hastaları dolaşır ve onlara:
- Ölümü ve onun sancılarını nasıl buluyorsun? diye sorardı. Gün gelip de kendisi ölüm döşeğine düştüğünde ona:
- Peki, ölüm sancılarını sen nasıl buldun? diye sorduklarında adam şöyle cevap vermiştir:
- Sanki gök yere yapıştırılmış, ruhumsa sanki iğne deliğinden çıkıyor gibi!
Resûl-i Ekrem (s.a.v) buyurmuşlardır ki:
“Anî ölüm mümin kul için bir rahatlık, günahkâr içinse hicrandır (çünkü onun bir hazırlığı yoktur)” [8]
Mekhûl eş-Şâmî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“Şayet ölünün kıllarından birine isabet eden ölüm sancısı yer ve gök ehlinin üzerine konulsaydı Allah'ın izni ile hepsi ölürdü. Çünkü (ölüm sancıları çeken birisinin) her tüyünde ölüm vardır. Ölüm de bir şeye yapıştı mı muhakkak onu öldürür.”
Bu hadis şöyle de rivayet edilmiştir:
“Eğer ölüm sancısından bir damla dünya dağlarının üzerine konulsa idi muhakkak hepsi erirdi.” [9]
Rivayete göre, Hz. ibrâhim (a.s) vefat ettiği zaman Allah Teâlâ kendisine:
- Halîlim! Ölümü nasıl buldun? diye sordu, o:
- Islak yün yumağının içine batırılmış kızgın bir şiş gibi hissettim, diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah (c.c):
- Unutma ki biz o ölümü sana kolaylaştırdık, buyurdu.
Hz. Mûsâ (a.s) vefat edip de ruhu Allah'a ulaşınca Rabbi ona:
- Ey Mûsâ, ölümü nasıl buldun? diye sordu, o da:
- Kendimi kızgın bir tavanın üzerine konulmuş canlı bir serçe gibi hissetim; ölmez ki rahata kavuşsun, kurtulamaz ki uçup gitsin.
Bir başka rivayete göre Hz. Mûsâ (a.s) şu cevabı vermiştir:
“Kendimi kasabın elinde diri diri yüzülen koyun gibi zannettim.”
Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edeceği sıralarda yanında bir tas su vardı. Ara sıra elini tasa daldırır, ardından çıkarıp yüzüne sürdükten sonra:
“Allah'ım! Bana ölüm sancılarını hafiflet” [10] diye duada bulunurdu.
Hz. Peygamber'in (s.a.v) bu sıkıntı ve sancılar içerisinde böyle duada bulunduğunu işiten Hz. Fâtıma (r.anh):
- Vah başımıza gelenler! Babacığım nedir bu çektiğin sıkıntılar! diye üzüntüsünü dile getirince Resûl-i Ekrem (s.a.v):
- Bugünden sonra artık baban için sıkıntı yoktur, buyurdu.[11]
Hz. Ömer (r.a) Ka'bu'l-Ahbâr'a (rah):
- Ey Ka'b! Bize ölümden bahset, deyince Ka'b (rah):
- Olur, ey müminlerin emiri, dedi ve şöyle anlattı:
- Ölüm bir adamın karnına sokulan çok dikenli bir dal gibidir. Dikenler her bir damara yapışmış iken başka bir adam gelip o dikenli dalı öyle bir çeker ki, kimisi dikenlerle beraber kopup çıkar, kimisi de öylece kalır (işte ruhun bedenden çıkması buna benzer).
Hz. Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Kul ölüm sancıları arasında kıvranırken mafsalları birbirlerine: ‘Artık kıyamete değin birbirimizle görüşemeyeceğiz; selâmette kalın!' derler.” [12]
işte bu anlattıklarımız Allah'ın veli kullarının ve sevgili dostlarının çektiği ölüm sancılarıdır. Ya bizler! Günaha ve isyana dalan bizlerin hâli nasıl olacak? Üzerimize ölüm sancılarıyla beraber daha birçok felâketler de gelecek.
başlık yok! burası bom boş!