-
76.
0Can Çekişme AnıTümünü Göster
Şu iyi bil ki, miskin ve zavallı olan bu kulun önünde, can çekişmenin dışında, karşılaşacağı keder, korku ve azaptan başka hiçbir şey olmasaydı bile sadece ruhunun çıkış anındaki sancılar onun hayatını zehir etmeye, neşesini kaçırmaya, onu gafletten uzaklaştırmaya yeterdi. Bu, insanın üzerinde uzun uzun düşünüp çare araması ve en büyük hazırlığı yapması gereken bir haldir. Özellikle bu hal insanın (bilgisi ve yetkisi dışında) her nefes önüne çıkabilecek bir iş olunca, durum daha nazik olmaktadır.
Bu konuda hikmet ehlinden birisi şöyle der: “Başkasının elinde olan bir sıkıntının ne zaman gelip seni saracağını bilemezsin!”
Lokman Hekim oğluna şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey oğlum! Ölüm seni ne zaman karşılayacağını bilemediğin bir olaydır. Onun için sana anîden gelmeden önce ona hazırlıklı ol!”
Hayret etmemek elde değil! Eğer insan bir eğlence yerinde zevk-u sefa içerisinde eğlenirken bir asker gelip kendisine üç-beş sopa vursa hayatı zehir olur, ağzının tadı kaçar, zevki kalmaz. Aynı insan, her nefes alıp verişinde ölüm meleğinin her an canını alması tehlikesiyle karşı karşıya iken bundan gafildir. Bunun tek sebebi, cehalet ve içinde bulunduğu hayat ile aldanıştır.
Şunu da iyi bil ki, ölüm sancılarının verdiği acıyı onu tadandan başkası bilemez. Ölüm sancılarını tatmayanlar ise onu çektiği diğer acılara kıyas ederek ya da insanların son nefeslerini verirken geçirdikleri hâllere bakarak anlamaya çalışırlar.
Ölüm sancılarının kıyas yoluyla anlaşılmasına gelince: Şüphesiz ki içinde ruh olmayan bir aza/organ acı duymaz. Acıyı ve sancıyı hisseden ruhtur. Ne zaman ki bir aza yaralansa veya yansa bunun etkisi ruha sirayet eder, azaya isabet eden maddî zarar nispetinde ruh etkilenir. Acı veren şey ete, kana ve diğer uzuvlara dağıldığından ruha bu acıdan çok az bir şey isabet eder. Ama bu acılar içerisinde doğrudan doğruya ruha isabet eden, parçalara ayrılmayan bir acı bulunursa o gerçekten büyük, şiddetli ve dayanılmaz olur.
YANIK VE YARALANMA GiBi OLAYLARLA CAN ÇIKIŞININ KIYASLANMASI
Canın çıkma anı, acının bizzat ruhun kendisine isabet ettiği bir olaydır ve ruhun bütün kısımlarını kaplar. Vücudun derinliklerine dalan ruhun her zerresi bu acıyı hisseder. insanın vücudunun herhangi bir yerine bir diken batsa, kişinin hissedeceği acı, ruhun dikenin battığı yerdeki mevcudiyeti kadardır, sadece o kısımda acıyı hisseder. Yanığın acısının şiddetli olmasının nedeni ise ateşin (yakıcı maddenin) bedenin her bölümüne dağılarak sirayet etmesindendir. Yanan azanın gözüken ve gözükmeyen her yerine ateş değmiş gibidir. işte bu sebeple etin etrafında olan ruhun diğer cüzleri de bu acıyı hissederler. Yaralanma sadece bıçağın dokunduğu yerde olur; bu açıdan yaralanmanın verdiği sızı ve acı ateşin verdiği kadar olmaz.
Canın çıkışı anında duyulan acı ise bizzat ruhta olur ve onun bütün kısımlarını kapsar. Zira tepeden tırnağa; damarlardan, sinirlerden, mafsallardan ve eklemlerden kıl diplerine kadar bütün vücuttan çekilip çıkarılan ruhtur. Bu sebeple onun vereceği keder ve acıyı hiç sorma!
Nitekim ölüm sancıları hakkında şöyle denilmiştir: “Ölüm kılıç darbelerinden, testere ile biçilmekten ve makaslarla doğranmaktan daha acı verici bir olaydır.”
Bunun sebebi şudur: Kılıçla kesilmenin ruha acı vermesinin nedeni kesilen yerin ruhla irtibatlı olmasıdır. Bunun yanında, doğrudan doğruya ruhu kesen ve biçen bir şeyin ona verdiği elem ve ıstırabın nasıl olduğunu bir düşün!
Dayak yiyen birisi bağırıp yardım dileyebiliyorsa bu, onun bedeninde ve dilinde güç ve kuvvetin hâlâ var olduğu anldıbına gelir. Ölen bir kimsenin bu şiddetli sancılar içerisinde iken bağırıp çağıramayışının nedeni; üzüntü ve kederinin en son safhaya ulaşıp bu acı ve sızıların bütün bedenini kaplaması, etrafındaki insanlardan yardım dilemeye dahi takat ve kuvvetinin kalmayışındandır. O anda insanın aklı karışmış hatta gitmiş; dili ise tutulmuştur. Etrafındakiler ise ona yardımda bulunmaktan aciz kalmışlardır. Şayet iniltilerinden birazcık olsun kurtulabilse etrafındakilere seslenmek ve onlardan yardım dilemek ister ama buna güç yetiremez.
Eğer onda biraz kuvvet kalabilmişse ruhunun çıkartıldığı anda boğazından ve göğsünden hırıltılar gelir. Artık rengi solmuş, çehresi ekşimiştir. Sanki rengi asıl yaratıldığı şey olan toprak rengine dönmeye başlamıştır. (Gergin olan) damarları kendi yerlerine çekilmiştir. Elem ve ıstırap içine ve dışına vurmuştur, öyle ki, göz bebekleri gibi yukarıya yönelmiştir. O anda insanın dudakları kasılır, dili büzüşür, yumurtalıkları merkezine çekilir ve parmak uçları yeşil gibi bir renk almaya başlar.
Bedeninden bütün damarları çekilen birsinin hâlini bana hiç sorma! Damarlarından birisi çekilen kişinin durumu bile gerçekten pek çetin olurdu. O hâlde acı ve ıstırap içerisinde ruhu çıkarılan birisinin durumu nasıl olur! O, bir değil bütün damarları çekilen birisidir!
Sonra her uzuv yavaş yavaş ölmeye başlar. Önce ayakları soğumaya başlar, sonra bacakları, ardından da uylukları.. Her aza acı üzerine acı; belâ üzerine belâ hissetmeye başlar ve nihayet can gırtlağa kadar dayanır. işte o zaman, bakışlarını dünyadan ve ailesinden çevirir. Artık (önceden tövbe etmemişse) tövbe kapısı ona kapanır, kendisini hasret ve pişmanlık kuşatır. Bu hususta Resûlullah (s.a.v) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Can (ruh) boğaza dayanmadıkça kulun tövbesi kabul olunur.” [1]
Mücâhid (rah) Nisâ sûresinin:
“Kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca «Ben şimdi tövbe ettim» diyenler için kabul olunacak tövbe yoktur” [2] âyetinin tefsirinde şöyle demiştir:
“Bu vakit ölüm meleğinin kişiye göründüğü vakittir. O vakit Azrâil'in yüzü yavaş yavaş görünmeye başlar. işte bu sebeple can çekişme anındaki peş peşe gelen sancılar ve ölüm acısı öyle şiddetli olur ki, nasıl olduğunu hiç sorma!” Bunun için Resûlullah (s.a.v) şöyle duada bulunmuştur:.
“Allah'ım! muhafazid'e (s.a.v) ölüm sancılarını kolaylaştır.” [3]
başlık yok! burası bom boş!