-
76.
0Atatürk'ün Vatanseverlik ve Milli Benlik Bilincine ilişkin GörüşleriTümünü Göster
Prof. Dr. Akif ABBASOV
Azebaycan Cumhuriyeti, Tahsil Problemleri Enstitüsü, Bilim Kurulu Başkanı, Bakü-Azerbaycan
Özet
Makale Türk Dünyasının büyük önderi Mustafa Kemal Paşa Atatürk'ün kendi milletine ve halkına bağlılığından onun milli kahramanlığından, milletini zafere gitmesine ruhlandırmasından, yurttaşlık terbiyesinden ve düşmanlığını yenerek bağımsız müstakil cumhuriyet kurmaktan bahsediyor.
Abstract
The thesis deals with Mustafa Kemal Ataturk's, the great and prominent figure of the Turkish world, relation to his nationwide heroism, his way of enspiration his nation to win a victory, his feeling of patriottism and struggung adainst the enemies and winning a victory over them.
Giriş
Mustafa Kemal Paşa Atatürk (1881-1938) Türk dünyası tarihinde ve aynen tüm dünyada ismi ebedi kalan şahsiyetlerdendir. Bugün dünya devletleri sırasında kendine has yer alan, günden güne gelişen Türkiye Cumhuriyeti müstakil ve bağımsız ülke gibi varlığını sürdürmesinde kuşkusuz Atatürk'e borçludur.
Birkaç yüzyıl boyunca dünyaya kendi iradesini gösteren Osmanlı imperyası XIX. yüzyılın sonlarında çökme devri yaşıyor, yarı bağımlı durumdaydı. XX. Yüzyılın ilk yıllarında O artık bağımlılık altında idi. Emparyalist devletler Osmanlı Türkiye'sini kendi içlerinde paylaşmakla ilgili anlaşmaya varmışlardı. Onların yaptıkları anlaşmaya esasen doğu bölgeleri Rusya'ya, Suriye ve etrafı Fransa'ya verilecekti. Anadolu'yu Almanlar, Mezapotamya ve izmir-Aydın demiryolu boyunca olan bölgeni ingilizler işgal etmek istiyordu.
Tüm bunlar düşmanların 1915-1917 yıllarının planları idi. istanbul hükümetinin 10 Ağustos 1920'de baskı altında zor duruma düşürülüp imzalatıldığı Sevr Anlaşması Türkiye'nin bir devlet gibi mahv olması demekti. Türkiye'nin elinde yalnız orta Anadolu kalıyordu. Bu hususta sonralar Mustafa Kemal Paşa yazıyordu: “Osmanlı memleketleri tamamen bölüştürülmüştü. Ortada bir avuç Türk'ün donandığı bir ata yurdu kalmıştı. Son amaç bunun da bölünmesini hayata geçirmekti. Osmanlı devleti onu istiklale, padişah ve halife, hükümet, bunların hepsi kendi anldıbını yitirmiş ifadeden oluşmuştu (1.s., 109-110).
Mustafa Kemal anavatanın durumuna ilgisiz kalamazdı. O, Türk halkının milli bağımsızlık mücadelesine katılmaya çağırdı ve 1918 yılında bu mücadeleye önderlik görevini yapmayı üstlendi.
Atatürk becerikli, uzak gören politikacı, metin ve kudretli önder, ölümün gözüne dik bakan ünlü harp adamı olduğunu daha 1915'te Conkbayırı'nın savunmasında, Çanakkale Savaşları'nda ispatlamıştı. O Türk askerlerinin de zafere iman duygusu oluşturmayı beceriyor ve kendisi de onlara örnek oluyordu. Conkbayırı'nın savunulması zamanı at belinde ordunun karşısına çıkarak askerlere şu sözlerle müracaat etti: “Ben size geri dönmeyi değil, ölmeyi emrediyorum!”.
Büyük önderin, ordu kumandanlarının ve Türk askerlerinin fedakarlığı sonucunda Çanakkale savaşları ingilizlere karşı zaferle sona erdi. Böyle kudret, azim, inat, irade, kahramanlık ve iman sayesinde Türkiye kurtuldu. Arazi bütünlüğünü, bağımsızlık korudu ve 1922'de düşmanlara karşı tam zafer kazandı. Daha 30 Ağustos 1922'de Dumlupınar bölgesinde 200 bin kişilik Yunan ordusu kuşatmaya alındı, düşman mağlup duruma düşürüldü ve Yunan kumandanı mahvedildi. Az sonra 1.Yunan ordu komutanı Trikopis, 2. Yunan ordu komutanı General Diyenis ve birkaç yüksek statülü Yunan harp adamı esir alınmıştı.
Mustafa Kemal Atatürk'ün bu büyük insanın hayatı, faaliyeti ve mücadelesi vatana, millete hizmetin, sadakat ve itibarın güzel örneğidir. Bunun için de vatan, millet, vatanseverlik, bağımsızlık ve istiklal konusunda Onun söylevleri cevapsız kalmıyordu. Kitleleri mücadeleye çağırıyor, savaşa, düşmanı yenilgiye uğratmaya, zafere zütürüyordu.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ölmez önderi Atatürk'ün vatan, vatanseverlik, millet, milli benlik bilinci ve liyakati ile ilgili söylediği düşünceler bugün de kendi önemini yitirmemiştir.
Mustafa Kemal şu ilkeyi önemsiyordu ki, her milletim kendi mukadderatına kendinin hakem olmasına hakkı var ve gösteriyordu ki, yeryüzünde yaşayan tüm milletler için bu hukuku geçerli sayıyor. O, vatan için ölmeyi şerefli iş zannediyor ve halkı bu mukaddes iş için mücadeleye çağırıyordu. “Kurtuluş çarelerini vatanın göğsünde ölünceye kadar birlikte temin etmeye çalışacağız” (2.s.30).
Bunun için de vatanın müdafaasına mukaddes toprakta sonuncu düşman bulunana kadar devam etmeyi önemli sayıyordu (“Milli müdafaamızı düşmanların bayrakları babalarımızın ocaklarında çekilene kadar devam ettireceğiz”).
Atatürk milli benlik ve liyakat duygusuna sahip olmanın gerekliliğini Türklerin esaretini kabullenmeyen millet olmasını defalarca tekrar ediyor. Bunun pratik faaliyetlerde ispatlamayı kitlere öneriyordu. Bu bakımdan aşağıdaki düşünceleri örnek gösterebiliriz: “Türk milleti ölmek istemez. O, daima yaşayacaktır… (3.2.682). Türk esaret kabul etmeyen bir millettir. Türk milleti esir olmamıştır (4.s.230)”. Mustafa Kemal'e göre millet düşmanın esaretinden kurtulduğu zaman asil millet gibi yaşamak hukukuna sahip oluyor. “Yalnız ondan sonra milleti insan gibi yaşatmak mümkün olacaktır.”.
Atatürk inamla söylüyordu “ ülkemizin ellide biri değil, her tarafı mahv olsa, her tarafı ateşler içinde yansa da biz bu toprakların üzerinde her tepeye çıkacağız ve orada müdafaa ile uğraşacağız” (5. s.78).
Mustafa Kemal Türkiye'nin kurtuluşunun köklerini halkın kahramanlık ve vatanseverlik ruhunda, mücadele azminde, birliğinde görüyordu. Vatan toprağı tehlikede oldukta herkes birlikte ayağa kalkıyordu. Atatürk “Aziz ve mübarek vatanımızı kurtarmak için tüm ziyalıların, herkesin hazır bulunması gerekir.” Düşüncesini belirtiyor ve halkın onun çağrısına bir bütün olarak yanıt veriyordu. Atatürk görüyor ki, “Milli mücadelenin önünde olan, doğrudan doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlatlarıdır. Millet bireyleri, anneleri ile, babaları ile, ablaları ile birlikte mücadeleyi kendilerine ideal biliyordu.”
Mustafa Kemal Paşa Lozan barış antlaşmasını Türk milletinin büyük eseri adlandırıyor, onun Osmanlı devletine ait tarihte benzeri görülmemiş bir politik zafer sayıyordu. Bu sebepsiz değildi. 20 Kasım 1992'de toplanan Lozan barış konferansı Atatürk'ün belirttiği gibi “Türk milleti aleyhine yüzyıllar boyunca hazırlanmış ve Sevr anlaşması ile son bulduğu zannedilen büyük bir suikastın lağvini belirten bir belge idi.” Türkiye'nin bir devlet gibi mahv olmamasında, düşmanlarla dürüstçe çarpışmasında Atatürk'ün büyük hizmeti vardır. Fakat bu büyük insan zaferlerin yalnız onun ismine yazılması ile razılaşmıyor ve bu hususta söylüyordu. “ Tüm bu uğurlar yalnız benim eserim değildir ve olamaz… Tüm milletin kararı birlikte imanla çalışmanın sonucudur. Kahraman milletimizin ve ünlü ordumuzun kazandığı uğurlar ve zaferlerdir” (4.s.76-77).
Bu düşünce gösteriyor ki, Mustafa Kemal nasıl tevazukar, büyük kalpli, millet ve vatan sevgisine sahip bir samimi insandır. Fakat bu da bir hakikattir ki, eğer meydanda Atatürk olmasaydı onun yöneticilik, önderlik becerisi, taktiği olmasaydı kısa zaman zarfında orduyu düzenli hale getiremeseydi, halkı seferber edemeseydi Türkiye üzerine yürüyen zulümkar ve amansız birkaç devletin karşısında dayanamazdı.
Tarihte şahsiyetin önemi büyüktür. Sanki büyük Tanrı Türkiye'nin böyle ağır günlerde ağır sınava maruz kaldığı bir devirde Türk halkına kudretli bir evlat, tüm zorluklara tehlike ve zulümlere gögüs germeyi beceren, masallarda söylenildiği gibi “ok geçmez, ateşte yanmaz, suda batmaz” efsanevi bir kahraman göndermiştir.
başlık yok! burası bom boş!