/i/Tespit

  1. 1.
    +1
    Bir şeyin varlığından bahsedebiliyorsak yokuluğundanda bahsedebiliriz. Bu dualitel mantığın bir ürünüdür. Yani bir yargınız varsa elinizde onun karşısına bir yargı koyabilir ve aynı küme içerisinde üzerine konuşabilirsiniz. Bu varlık ve yokluk içinde geçerli fakat hiçlik daha farklı bir şey.
    Fiziksel anlamda hiçlik, fiziksel uzayın olmadığı kümelere denir ve hiçlik sözcüğü fizik içerisinde incelenemez.Bu ilginçtir çünkü biz fiziğin içerisinde varlığı veya yokluğu inceleyebiliyoruz. Birşeylerin var yada yok olduğuna karar verebiliyoruz. Ancak birşeyin hiç olduğuna karar veremeyiz, hiçliğin varlığına karar veremeyiz veya fiziksel anlamda hiçliğin üzerine herhangi birşey söyleyemeyiz. Fakat felsefi düzlemde hiçlik söz konusu olabilir. Hiçlik; üzerine konuşulmaması demek lakin şu şekilde anlaşılabilir, birşey var üzerine konuşamıyoruz ve buna hiçlik diyoruz. Önceki yazdıklarımda hakikat üzerine yargılarda bulunuyorum. Hakikat şöyledir, böyledir bu şuna benziyor; hakikat var ve hakikat üzerine konulmuş yargılardır. Ancak ben bunu demiyorum. Hakikatten bahsederken o şeyin dualitel mantıkla incelemeyeceğinide söylüyorum. Yani hakikat var, hayır. Hakikat yok, o da hayır. Varlık ve yokluk gibi ikilemlerden muaf birşey olması gerekir hakikatin. Bu durumda yaptığımız bir çok gündelik tartışmalara yeniden bakmamız gerekebilir. inanç tartışmalarında varlık veya yokluktan bahsediyorsak ( birşey vardır veya yoktur) öncelikle yaptığımız tartışmanın dualitel mantığın çerçevesinden dışarıya çıkmadığını görmek lazım. Birşey ya vardır ya yoktur bu en başta felsefi anlamda sadece belirli bir kümede incelenebilecek birşeydir. Felsefi anlamda varlık veya yokluğun dışında başka şeyler söz konusu olabilir. Hiçlik bunlardan bir tanesidir.
    Hiç üzerine felsefi anlamda ne gibi yargılar konulabilir ? Öncelikle hiç yanında karşıtını getirmez. Yokun karşıtı vardır. En çok hiç ile karıştırılan yokun karşıtı vardır. Hiçin karşıtını belki dil bilimciler hep olarak kullanabilirler ancak hep bir sıfattır. Hiç ise durumdur. Hepi tanımlamak zorunda kalsaydım bahsettiğim şeye her referans verdiğimde aynı sonucu alıyor olsaydım buna hep derdim ve bunun karşıtı referans verdiğim şeye aynı sonucu almamak olurdu. bu durumda hepin karşıtı hiç değil bazen kelimesi olacaktır. Hiç dediğim gibi herhangi bir duruma verilen sıfat değil onu işaret eden birşey değil. Hiç kendi kendine bir durumdur. Peki felsefi anlamda başka ne gibi yargılar konulabilir? Melesa karşıtının olmadığı bir yargıdır. Refere edilemeyecek olması bir yargıdır. Yani karşıtı olmadığı gibi kendisinden bir tane daha da yoktur. Hiçler diyemeyiz bu anlamsız bir kelime olacaktır. Bu durumda kendisinden birden fazla olduğunu söyleyemeyiz acaba kendisinden bir tane olduğunu söyleyebilir miyiz? Yani birden fazla yok peki bir tane mi ? Hiç öyle bir durum ki biri de içerisinde içermeyecektir. başka bir yargı olarak, hiçliğe bakış nasıl olacaktır? Hiçliğe bakış algıya neden olmayacaktır. Yapısalcı felsefenin temelinde semiyotik denilen bir şey var. Semiyotik; algılayıcının algılanan ve sinyalle olan ilişkisini inceler. daha doğrusu bir düşünce biçimi. Semiyotik anlamda hiçliğe baktığımızda şunu görüyoruz. Algılanacak olan şeyden bir sinyal gelmiyor. Yani algı oluşturmuyor. Şimdi bu yazıyı okuduğunuzda bu yazıyı yazan kişi ve harfler vasıtasıyla size bir gönderimde bulunuyor. Bu kelimeler siz tarafından algılanııyor ve yorumlanıyor. işte bu semiyotiktir. Gönderen ben algılayan olan siz ve sinyal olan harfler. Hiçi bu üçgende gönderenin yerine koyduğumuzda hiç herhangi bir sinyal oluşturmadığından dolayı algı oluşturmayacaktır. Yani üçgeni tamamlayamayacaktır. Bu durumda hiçlik semiyotik anlamda değildir. Bu bir yargıdır. Hiç ve yok arasındaki fark buradada çok net bir biçimde görülmektedir. Birşeye yok diyebilmek için öncesiden var olmuş ve bir algı oluşturmuş olmamız gerekir. Yani birşeyin yokluğundan bahsedediyorsak o şey daha önce var demektir veya varlığından bahsedilebilir demektir. işte hiçlik daha önce varlığından bahsedilmiş bir duruma kullanılmaz.
    Yine hiçliğin gündelik anlamda kullanımına geri dönelim. Mesela hiçten gelmek gibi bir kullanım vardır. Evren hiçten mi gelir? hayır evren yoktan gelir. Yok ne demektir? Bir şeyin olmadığı hali. demek ki evren hiçten gelmemektedir. Peki bu evrenin içerisinde hiç üzerine nasıl felsefi yargılar koyabiliyoruz? Bizim koyduğumuz felsefi yargılar var olan felsefi yargıların yanlışlamasından ibaret. Hiçlik refere edilemez, hiçlik üzerine matematik yapılamaz, hiçlik semiyotik anlamda bir üçgen oluşturmaz. Bunlar bizim varlık dediğimiz küme içerisinde kullandığımız düşünce biçimleri ve biz bunların yanlışlamalarını yaparak hiçliğe dair yargılar koyabiliyoruz. Yani biz aslında kümemiz içerisinden hiçliğe dair yargı koyamıyoruz. Peki hiçlik bu durumda nasıl söz konusu olabiliyor? En büyük sorulardan bir tanesi bu. Bu yine bulunduğumuz kümede hiçliğe dair bir yanlış yaptığımızı gözler önüne seriyor. Çünkü hiçlik söz konusu olamıyor olmak zorundadır.
    Etimolojik olarak hiçliğe baktığımızda hiç sözcüğü türkçede sadece hiç anldıbına gelir. Eski türkçedede hiç yani heç anldıbına gelir. Fakat yok sözcüğü kalmayan anldıbına gelir. Bir zamanlar varmış, kalmamış yoddan gelir. bitmiş manasında. Hiç sözcüğü bizim üzerine konuştuğumuz bir sözcük ise bu durumda bahsettiği şeyi ifade edemiyor demek. onun üzerine konuşamıyoruz fakat ona işaret edebiliyoruz. Yani hiçlik yada hiç kelimesi hiçten bahsetmiyor fakat ona işaret ediyor. Burada Buda'nın hakikat ile ilgili bahsettiği bir örneği vermek istiyorum. Ay'ı gösteren parmak ay'ın kendisi değildir. Yani parmak sadece işaret eder fakat ay ile ilgisi yoktur. Ayın bulunduğu yerde değildir, ona ait değildir. Sadece ona doğru işaret eder. Hiç kelimesi algı oluşturmayan başka bir şeye işaret etmektedir. Fakat bunu biz hiç kelimesine bakarak göremeyiz. aynı parmağa bakarak ayı göremeyeceğimiz gibi. işte hakikatten bahsederken ve çok fazla yargı koyarken bir çok etimolojik yanlış yapıyorum. Bir çok kelimeleri cümle içerisinde yanlış kullanıyorum. Mesela hakikat böyle böyledir diyorum halbuki hakikat üzerine yargı konulamaması gerekir aynı hiçlikteki gibi. Hiçlik örneğini veriyorum çünkü hakikati anlatabilmek için onun konumunda başka bir şeyi anlatmak lazım.
    Hiçlik dediğimizde aklımıza siyah bir tablo gelebilir. Ancak o bir siyah tablodur. Hiçlik varlığın yada yokluğun söz konusu olmadığı şeydir. işte burada dualital mantığımızın çöktüğü artık tanımlayamayacağı başka bir sınırı geçmekteyiz. buradan sonrası çöldür. Yani mantığın düzlemi, mantıktan bahsedilen, bilginin nasıl erişileceği ile ilgilenilen şeyin düzlemi çok fazla bilgi içermez. Hiçlik, Hakikat bunlar erişilemeyecek haldelerdir. Yolları belirli değildir. Bir patikalar çizilmemiştir. Çizilmiş olan patikalar ise sadece belirli bir yerin içerisinde dolanmaya yarar. işte bu yerin adı evren. Bizler hiçlik veya hakikat ile ilgili herhangi bir yargı koyamıyor olmamızın sebebi de bizim bu evrenin kurallarıyla düşünmeye devam ediyor olmamız. Bu vesileyle gözlemci ve hakikat arasındaki ilişkiye geri dönmek istiyorum. Bahsedilen hakikat gözlemci değildir. Biz gözlemci deyince aklımıza tanrı figürü geliyor olabilir, çok büyük bir yanlıştır. Gözlemci bu düzleme bakan demektir. Bu düzlemde evrendir ve hakikat ile ilgili eriştiğim sonuçta hakikatin bu evrenin içinde olmadığı, gözlemci bu evrene bakıyor demekki gözlemci hakikat değil. Gözlemci bu evrene bakan ve bu evrenden ibaret olan bir şey. Peki o zaman hakikat ile olan ilişki nasıl çözülecek? Biz bu evrene bakarak hakikati göremeyiz. Fakat bu evrenin işaret ettiği yere bakarsak orada hakikati göreceğiz.
    ···
   tümünü göster