+1
özet geç diyecek arkadaşlar lütfen en baştan çıkıp gitsin. bir eski gazeteci arkadaşımızın yazdığı yazı:
"eğitim hayatım devam ederken 3-5 kuruş kazanayım diye bir gazeteden gelen iş teklifine evet demiştim. insan, yeni tanıştığı insanları onların kendilerini tanıtma için kurdukları cümlelerden yola çıkarak tanıyor ilkin. dolayısı ile gazetede "onurlu", "aydın", "prangasız", "özgür" bir yığın yönetici vardı. iş arkadaşlarım ise aldıkları asgari ücret ile geçinmeye çalışan gariban, başka iş bulsam da buradan gibtir olup gitsemci tiplerdi.
ilerleyen günlerde işi çok hızlı bir şekilde öğrendiğim söylendi ve bir ay dolmadan sayfa çizmeye vesaire başladım. siyasi haberlere, bitirdiğim fakülte gereği hep ben yollanıyordum. seçim zamanı yaklaşıyor ve gazeteye gelip giden aday adayları, parti il başkanları, meclis üyeleri sayısı giderek artıyordu. konuşmayı dahi bilmeyen adamlar, yeni büyükşehir olmuş bir şehri yönetmek için yola çıkmış ve büyük çoğunluğu da müteahhit... röportajlar yayınlanıyor (tabi ki ciddi paralar ve reklamlar alınıyordu bu adamlardan) ve iki de bir, "sen bilirsin işte ne yazacağını. başbakanı, bakan bayraktarı, belediye başkanını ve il başkanını övebildiğin kadar öv" diyorlardı.
en çok parayı veren manşet sayfasından yer kapıyor, en çok reklam veren firmaya haber yapabilmek için kırk takla atılıyordu. günler, "samimiyetsizlik" kelimesini bütün gerçekliğiyle yüzüme vura vura geçip gidiyordu. üçüncü ayın sonunda artık spor sayfaları haricinde bir yerel gazeteyi dizgiye verecek kadar öğrenmiştim işi.
bir gazeteci olarak numaram ve e-mail adresim insanlara ulaşıyor, artık haber kendiliğinden geliyordu. bu samimiyetsiz ortama katlanmamın yegane sebeplerinden biri de böbrek yetmezliğinden dolayı ölümüne ramak kalmış bir bebek ile ilgili yaptığım haber oldu. pek çok ulusal gazete aradı, haberi aldı ve twitterda türkiye gündeminin en çok konuşulanı oldu. yardım için pek çok kişi aradı. açtığımız banka hesabına ciddi paralar yatırıldı ve tek kuruşuna dokunulmadan paralar çocuğun babaannesine teslim edildi. böbrek bulundu, çocuk kurtuldu.
bu esnada sağlık il müdürü bizzat beni aradı. her halde takdir edileceğim derken, "sen kim oluyorsun da bu habere bizi meze ediyorsun. adamın ailesi cahilse biz ne yapalım. bizden özür dileyeceğin bir haber yapacaksın ve ameliyatın bizim yardımlarımızla gerçekleştirildiğini vurgulayacaksın" dedi adam. aynı anda patronların da telefonları çaldı ve ilk defa "her şeye burnunu sokma" uyarısı aldım. haberi yapmadım. tekrar aradığında ise "bir kez daha ararsanız bunu haber yaparım. ben 800 lira kaybederim aylık, sizi bilemiyorum" dedim, aramadı kimse daha.
ilerleyen günlerde bir telefon geldi. karşımdaki bayan istanbul'dan aradığını ve falan tv kanalında hrant dink ve rahip santora cinayetleri ile ilgili bir belgesel çekileceğini, bu bağlamda da o günlerde atılan manşetlerin pdf'sini, olmazsa fotoğraflarının çekilerek gönderilmesini istedi. numarasını aldım ve genel yayın koordinatörüne gidip durumu anlattım. yazı işleri müdürü ile bir konu hakkında görüşüyordu. ikisi de şu cevabı verdiler: "hrant gibi bir adamın adının geçtiği hiçbir belgesele malzeme veremeyiz. vatan hainlerine haddini bildirdiğimiz başlıklarla bizi kötüleyecekler akıllarınca. burası x. biz kimseye hesap vermeyiz!"
"bu ile otuz yıldır hizmet ediyoruz", "sanatçıyız biz", "aykırıyız", "sistem adamı değiliz", "her şey bir manşetimize bakar" diyen adamların yavaş yavaş gerçek yüzlerini görmeye başlıyordum gibime geldi. kraldan çok kralcı, para haricinde bir ideolojisi olmayan, dönek, cahil ve kendini bir tak sanan insanlar... sonra daha onurlu(!) bir duruşa şahit oldum;
x... x... x... müdürünün oğlu feci şekilde dövüldü. haber bu kadardı. sebebi ise selektör kavgası. dövülen genç hastanelik olmuş ve gazeteler manşeti yapıştırmıştı "y... y... 'in oğlu, maganda kurbanı"... sonra bir telefon aldım. çağrıldığım hastaneye gittim. karşılaştığım ilk tepki, "yazıklar olsun size!" oldu. meğer trafikte çıkan bu kavgada x... x... x... müdürünün oğlu, iki genci bıçaklamış. birinin karnında 21 dikiş vardı. diğeri ise omzunun arkasından bıçaklanmış ve altı dikişle yırtmıştı. karnından bıçaklanan ve midesi parçalanan ve karnına 21 dikiş atılan genç ise zar zor hayata tutunmuştu. kolay değil 21 dikişlik bir bıçak yarası... olayı duyan gençlerin akrabaları da müdürün oğlunu bulup benzetmişler aynı gün.
haberi yazdım, başlığı attım: "kimmiş maganda?" gizli gizli hasta odasına girip çektiğim 21 dikişlik fotoğrafı da manşet için hazırladım. o esnada yazı işleri müdürü geldi ve "haberi bana yolla" dedi. okudu ve beni yanına cağırıp "bu ne rezalettir?" dedi. "sen nereden biliyorsun bu adamlar doğru söylüyor. y... y... 'in ayağını kaydırmaya çalışmadıkları ne malum?" ben de, haberde özellikle "iddia ediliyor" vurgusu yaptığımı ve yaptığım araştırmada ve polis tutanaklarında suç aletinin müdürün oğlunun aracında çıktığının belgeli olarak elimde olduğunu, bıçaktaki kan örneklerinin yaralıların kanlarıyla örtüştüğünü belirttim. sonra yazı işleri müdürüne bir telefon daha geldi. arayan x... x... x... müdürü y... y... 'ydi. "hallederiz. yok yok zaten küçük bir yerden vereceğiz. o da atladık sanılmasın diye. merak etme. bizzat ben yazacağım haberi" dedi yazı işleri müdürümüz ve telefon kapandı. adam, bunun yakın arkadaşıymış. ve o tanıdığı genç de adam bıçaklayacak biri değilmiş. hayatta inanmazmış.
yarın gazete haber şöyle yer aldı: x... x... x... müdürünün oğlu abisini hava limanına yetiştirmek için öndeki araca selektör yaptı. "sen bize nasıl selektör yaparsın?" diyen sarhoş gençler de yol vermek için sağ şeride geçiyormuş gibi yaparak müdürün oğlunu sıkıştırdılar ve arabaya çarptılar. durduklarında ise direk müdürün oğluna saldırıp onu öldüresiye dövdüler. daha sonra da gençlerin bir barda eğlenirken olay çıkardıkları ve orada bıçaklandıktan sonra bıçaklı halde gelip müdürün oğlunu dövdükleri ortaya çıktı...
bıçaklanan genç 21 dikişlik yarasıyla 42 kilometre yol yapmış ve arabasında hiç kan izi yok ve kan tahlilinde bir promil alkol bile gözükmemesine rağmen zil zurna sarhoş... ve o hengamede bıçaklandığı bıçağı nasıl ele geçirdi bilinmez, müdürün oğlunun arabasına atmışlar. takdiri ilahi işte... haberi okuduğumda, gazeteciliğin, medyanın nasıl insanların elinde olduğunu düşündüm.
mesela belediye başkanı hakkında yaptığım bir haber önce "reklam vermiyor, zaten tekrar aday gösterilmez" denilerek asparagas hale getirilip "vurun kahpeye" tadına getirildi, aynı gün aday olduğu açıklanıp akşam saatlerinde gazeteyi ziyaret etmesi ile "30 bin liralık reklam ve 2 kişinin işe alınması" karşılığında çöpe atıldı. (bu pazarlıkların ses kayıtları halen daha bendedir)
devlet okulunun bahçesine, evet yanlış yazmadım bahçesine kurulan yüksek gerilim hattı trafosunu manşet haberi yaptığımda ise patronun gazetenin birinci sayfasına (deneme) bakıp, "bu haber 100 kişiyi ancak ilgilendirir. ciddi bir haber değil. başbakanın açıklamasını verin." demesiyle bütün dengemi kaybettim ve "z... bey, başbakanın haberini zaten bütün ulusal medya veriyor. onu geçtim, internet sitelerinden an be an yayınlanıyor. yarına kadar o artık eski bir haber olacak. bu haber ise hem önemli hem de özel. gazetecilik bu olamaz" deyince de, "4 aylık gazeteci, benim ekmek yedirdiğim gazeteci, benim gazetemde bana akıl mı öğretiyor yoksa ben mi yanlış duyuyorum" demesiyle ilk defa birini ciddi ciddi öldürmek istedim.
daha neler neler... sırf bu yaşıma kadar elim ekmek tutmadı, anneme bir harçlık veremedim diye girdiğim iş, adeta hayatta söylediğim ve inandığım bütün değerlerime tecavüz edip bir bir çöp kutusuna atıyordu. artık dayanamaz duruma gelmiştim. sabah işe geldim ve "işi bırakıyorum" dedim patrona. bana büyük bir şaşkınlıkla bakıp, "hayırdır turab, sen süper bir adamsın. bu kadar hızlı işi öğreneni görmedim. para ise derdin arttırırız maaşı. sen bu gazetede ciddi yerlere geleceksin. neden ayrılıyorsun anlamıyorum ki?" dedi.
ben de sadece, "her gün şu kapıdan içeri girdiğimde, 'benim burada ne işim var? ben ne yapıyorum burada allah'ım?' demeye başladım. o yüzdendir efendim deyip, çıkıp gittim."
alıntıdır