+230
-28
Uzun okumaya değer.
Şuku ve cugu atmadan geçmeyin herkes görsün panpalarım.
Özet: Mustafa Kemalin Trablugasta italyan uçakları tarafından atılan bombalardan gelen parçalarla sol gözü körelip şaşılaşmıştır
Mustafa Kemal‘in Trablusgarp günlerine, hayatının az bilinen bir dönemine, 1900'lerin başına gidiyoruz...
Atatürk'ün sol gözünün şehla olduğunu belki de hiç fark etmemiştiniz bile. Oysa dikkatlice bakıldığında, özellikle bazı fotoğraflarında sol gözünün bir miktar şehla olduğu görülebiliyor.
Bunun nedenini öğrendiğinizde emin olun onu çok daha seveceksiniz.
23 Temmuz 1908'de, II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra Libya'daki aşiret liderleri, halkı ayaklanmaya çağırma uğraşındaydılar.
Çünkü meşrutiyetin, hilafete karşı bir tehlike arz ettiği fikrindeydiler.
Bu isyanı bastırmak için ittihat Terakki Genel Merkezi’nde bir karar alınır, isyanın olduğu yere Mustafa Kemal gönderilecektir.
Atamız, bu isyanı kontrolü altına almak için 20 Eylül 1908'de Libya yollarına düşer...
Mustafa Kemal, uzun bir deniz yolculuğu sonrasında Trablusgarp kıyılarına adımını atar.
Burada Türklerin kolları bağlı halde vapurlara bindirilerek tahliye edildiği manzarasıyla karşılaşır.
Vapurun demirlediği sahilde bir rıhtım bile yoktur. Bir Arap kayıkçı Mustafa Kemal’i bomboş bir kumsala bırakır.
O gün kendisini karşılamaya kimse gelmez, elinde bavuluyla kalacak bir yer arar ancak bulamaz. Bulamayınca sahile döner, bavuluna başını koyup kumsala uzanır.
Bir süre sonra, yaverliğine Teğmen Murat verilir. Ardından o günlerde ölen Trablusgarp Valisi Recep Paşa'nın köşküne yerleşir.
Trablusgarp Polis Müdürü Cemal Bey’den aldığı ilk bilgi korkutucudur: Aşiretler kenti ele geçirmiştir ve Mustafa Kemal'i bulduklarında ya öldüreceklerdir ya da geri göndereceklerdir.
Mustafa Kemal korkusuzdur; yaveri Murat ile birlikte isyancıların olduğu medreseye kararlı bir şekilde kalabalığı yararak girer.
Onları yönetenlerin kim olduğunu sorar sert bir şekilde.
Kendisine gösterilen yere gider ve kendinden emin görünen 27 yaşındaki bu adamdan herkes korkar.
Çünkü Ata'nın o korkusuz tavrı nedeniyle bir ordu tarafından kuşatıldıklarını sanırlar.
Onlarla konuşunca asıl sorunlarının yeni idarede, eski imtiyazlarını kaybetmek olduğunu anlar.
"Ben sizin çıkarlarınızı korurum, ama izin verin burada toplanan halkla konuşayım" der. Gece, avludaki havuzun başında, tercüman aracılığıyla isyancılarla konuşur:
"Ey din kardeşleri! Memleketinizin korunması için güç birliğine ihtiyacımız var. Ayrılırsak güçsüz kalırız" der.
Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta 1 ay kalır. Dönüş yolunda Bingazi’ye uğrar.
2.5 ay kadar kalacağı Bingazi’de bölgenin idaresini elinde tutan Şeyh Mansur‘la tanışır.
Kaldığı otelin salonunda otururlarken bir telaş olur, "Şeyh Mansur hazretleri"nin geldiği söylenir.
Bingazi’de Osmanlı’nın bir sancak başkanı olduğu halde bütün güç bu Şeyh‘in elindeydi. Gücünün kırılması gerekliydi.
O yüzden Şeyh salona girdiğinde herkes ayağa kalkarken Mustafa Kemal, yerinden kımıldamaz bile...
Oturması için yer göstermediği Şeyh‘e dönüp şöyle der:
"Şeyh Mansur! Sen hiç sıkılmaz mısın? Buradaki sancak teşkilatının senin iradene uyacağını sanarak birtakım cüretkârlıklarda bulunuyorsun. Bu küstahlığın derecesini fark etmiyor musun? Ben sana haddini bildireceğim. Haydi çık dışarı!"
Şeyh Mansur, boynunu bükerek çıkar. Polis ve jandarma hayrete düşer.
Mustafa Kemal, yeniden buluştuklarında Şeyh Mansur'a Meşrutiyet'i anlatır.
Şeyh, eline bir Kuran-ı Kerim alıp Mustafa Kemal‘e uzatır:
"Meşrutiyet idaresinin Halife Efendimize kötülük yapmayacağına dair bu kitap üzerine yemin eder misiniz?"
Mustafa Kemal, Kuran’ı alıp öper ve "Bu kitap ve namusum üzerine ant içerim ki Halife’ye bir kötülük yapılmayacak" der.
Ayaklanma bir süre için durur; Osmanlı otoritesi sağlanır.
Ancak bu, uzun sürmez, Eylül 1911’de italyanlar Trablusgarp’a saldırınca Mustafa Kemal’e yeniden yol görünecektir.
Trablusgarp savaşı başladığında Osmanlı’nın bölgeye gidecek hali yoktur.
Bir avuç subay, kendilerinden 10 kat fazla kuvvete karşı savaşmak üzere karayoluyla ve gizlice bölgeye koşmaya karar verirler.
Binbaşı Mustafa Kemal de çocukluk arkadaşları Nuri ve Fuat’la birlikte yola koyulur.
Harbiye Nezareti, "Yakalanırsanız ‘Hükûmetin bilgisi dışında seyahat ediyoruz’ diyeceksiniz” diye tembihlemiştir.
“Şerif” takma adıyla, bir gazeteci kimliğiyle gider Atamız.
Yolda hastalanır. 15 gün iskenderiye’de yatar. Kasım sonu önce trenle Mısır’a girerler. Çölü aşmak için bir süre atla, 8 gün deve sırtında seyahat ederler. Develerin yükü artınca yaya yürürler.
Geceleri çadırda kalıyorlardır. Mustafa Kemal fasulye ayıklıyor, Fuat pişiriyordur.
Susuz, ağaçsız Mısır çölünü, rüyalarında Rumeli’yi görerek aşarlar.
Son tren istasyonunda Mısırlı bir subay kimlik kontrolü yapar. Arap kılığına bürünmüşlerdir, ama mavi gözleri Mustafa Kemal’i ele veriyordur. Yakalanacaklarını anlayınca, kimliğini açıklar; Mısırlı'nın dini duygularına hitap eder:
"Gâvurlara karşı kutsal cihada katılmaya gidiyoruz" der.
Sınırı böyle geçerler. Üniformalarını giyerler; silahlarını gizledikleri yerlerden çıkarıp savaşa katılırlar.
Bir avuç gönüllü, şimdi Kuzey Afrika’daki son vatan toprağını savunacaklardır.
Fuat Bulca savaşın en kritik gününü Cemal Kutay’a şöyle anlatmıştır:
“Mustafa Kemal, bir taarruza karar verdi. (... ) Her şeyi hazırladık. Hedefimiz Kasr-ı Harun idi. Burası, zannederim Kartacalıların zamanından kalan bir harabe idi, civara hâkimdi ve onu elinde bulunduran tarafın, karşı tarafın ateşlerine karşı bir müdafaa hattı kurması mümkün olacaktı.
Cidden çok kıymetli bir kurmay olan Mustafa Kemal, burasını ele geçirmek için günlerce dikkatli bir plan hazırladı. (... ) Yanındaki az sayıda arkadaşlarıyla süvari hücumuna kalkıştı. Kendisini zaptedemedim. Nitekim kısa bir zaman sonra, ben artçı kuvvetlerle kalmıştım; o, Kasr-ı Harun’un ilk basamakları önüne erişmişti.
Burada boğaz boğaza bir boğuşmadır başladı. Harabenin duvarlarının arkasında geçen bu mücadelenin safhalarını göremiyordum."
Anlatmaya devam ediyor: "Biz harabeler içinde mücadeleye devam ederken Mustafa Kemal’in yanındaki az sayıda arkadaşı ile Kasr-ı Harun’un merkez binasına kadar ilerlediği ve buraya daldığı görüldü."
"işte bu sırada gökyüzünde bir gürültü duydum. iki italyan hücum uçağı çok alçaktan uçuyor ve bizim arkamıza saldırarak bombalarını koyuveriyordu. (... )
Mustafa Kemal’in yanına vardığımda onun yüzünü tanınmaz bir halde buldum. Bir elinde kılıcı vardı, diğer elinde mendili gözünü kapatıyordu. Yaralandığını zannettim. Hayır, yaralı değildi. Fakat harabeler arasında yıkılan bir sütundan fırlayan kireçli bir taş parçası şiddetle gözüne çarpmıştı. Sönmüş kireç olmasına rağmen, bir kısmı göze nüfuz etmişti."
işte bu taarruz esnasında italyan uçaklarının bombardımanı nedeniyle Mustafa Kemal'in gözü zarar görür.
Ocak 1912’deki baskından sonra Mustafa Kemal, Derne’de hastaneye yatırılır. Gözü kanlıdır. Ateşi vardır. ilk müdahalenin ardından Selanik’e dönmesi tavsiyesi edilir ama dinlemez. Bir ay kadar hastanede yatar.
Derne Komutanlığı’na atanınca iyileşmeden kalkıp savaşa katılır. Ancak hastalığı nükseder. 15 gün yataktan kalkamaz.
Gözlerini açamayacak haldedir. Zarar gören gözü görmüyordur. "Zamanla açılır" diyen doktorlara inanmaz.
24 Ekim 1912 günü Derne’den ayrılır. Mısır ve Romanya üzerinden istanbul’a döner. Kasımda Viyana’ya gidip, tanınmış bir göz hekimine muayene olur.
işte Atamızın gözündeki hafif şehlalık Trablusgarp harbinde gösterdiği bu kahramanlıktan ötürüdür.
Bu yüzden sol gözünün görme yetisi kısmen azalmıştır.
Yine de dünyanın en güzel bakışları ondadır, onda olmaya devam edecektir.
ÖnemliEdit: Çalıntı diyenler var ben bunu Onedio dan aldım ve Siz değerli panpalarımın bilgilenmesini istemiyor bu aptallar çalıntı diyenlerede bi zahmet cugu atabilirmiyiz panpalarım biz inci sözlük ailesinin birşey öğrenmesini engelleyenleri dışlayalım buralardan ve bunun gibi bilgileri diğer başlıklarda paylaşacağım hadi Allaha Emanet olun hayırlı pazarlar panpalarım.