+4
Hacki...
Orta yaşlı profesör, her sabah işe gitmek için uğradığı tren istasyonunda sevimli mi sevimli bir köpek yavrusu ile karşılaşır. Bir süre sevip okşadıktan sonra sanki ikilinin arasında duygusal bir bağ gelişir. Profesör derse yetişmesi lazımdır ve tren kalkmak üzeredir artık. Ama vedalaşmak bir türlü mümkün olmaz...
Durumu gören istasyon şefi, treni beş dakika beklettikten sonra profesörü uyarmak zorunda kalır. Zira yolcular homurdanmaya başlamıştır artık. Ayakları bir türlü varmasada çaresiz trenin yolunu tutar profesör. Ama bu defa da köpek ayrılmaz...
Bir süre tereddüt ettikten sonra yolculardan özür diler ve trene binmeyeceğini söyler. Dersi kaçırma pahasına da olsa yavruyu o halde bırakmaya gönlü razı gelmemiştir bir türlü...
Yavru köpeği kucağına alan profesör, istasyon esnafının şaşkın bakışları arasında tekrar evin yolunu tutar...
Eve döndüğünde hanımına durumu izah etmekte çok zorlanır ve köpeği sahiplenme konusunda eşini razı edemez bir türlü. Uzun bir tartışmanın sonunda en azından gazete ilanlarıyla iyi bir aile buluncaya kadar kalması hususunda anlaşma sağlanır.
O gün işe gitmeyen profesör bütün gün köpekle ilgilenir. Bahçede koşuşturup, çimlerde yuvarlanırlar birlikte. Ara sıra camdan izleyen hanımı şaşkınlığını gizleyemez. Zira yirmibeş yıllık eşini hiç bu kadar mutlu görmemiştir daha önce...
Ertesi gün yavrudan ayrılmak yine zor gelir profesöre. Telefon açar ve işe gelemeyeceğini bildirir. Böylece bir gün daha birlikte olmanın keyfini çıkarırlar...
Akşam üzeri telefon çalar. Arayan kişi gazete ilanından dolayı aradığını ve köpeği sahiplenmek istediğini söyler. Telefonu açan eşi bir an tereddüt ettikten sonra elindeki telefonla cama yaklaşır. Profesör ve yavru köpeğin yine sarmaş dolaş çimlerde yuvarlandıklarını görünce dayanamaz artık;
"Kusura bakmayın beyefendi, köpek sahibini buldu" diyerek kapatır telefonu. Ve daha sonra bahçeye çıkar ve ikilinin neşesine eşlik eder...
"Hacki" koyarlar köpeğin adını, ve mahallenin maskotu olur kısa zamanda. Günler, haftalar böyle neşe içinde geçer...
Hacki her sabah profesörü istasyona kadar yolcu eder, dönüş saatinde de istasyonun önünde karşılar sahibini. Herkesin gönlünde taht kurmuştur Hacki. Esnafın gözbebeği olmuştur sanki. Artık bütün kasaba tanır onu ve yoğun sevgi görür herkesten...
Aylar, yıllar birbirini kovalar...
Yine bir sabah işe gitmek üzere yola koyuldu profesör. Ama Hacki o gün biraz neşesiz gibiydi. Her sabah profesörden önce kapıya koşarken, o sabah ayakları gitmiyordu sanki. Durup durup profesörün yüzüne baktı yol boyu. Profesör buna bir anlam veremedi önce, ama istasyona vardıklarında Hacki'nin gözlerinden süzülen yaşı farketti. Hacki ağlıyordu. Hemde insan gibi...
O an ne yapacağını bilemedi profesör. Öptü, okşadı önce, sonra kulağına eğildi ve bir şeyler söyledi. Her zamanki tatlı sözlerinden bir demet sunarak teselli ediyordu can dostunu. Ama Hacki sanki ayrılmak istemiyordu bu defa...
Yolculuk boyu profesörün içine dert oldu bu durum. Hacki hiç böyle yapmazdı. Hasta mıydı acaba, neyi vardı bu hayvanın? Cevabını bulamıyordu bir türlü...
Hacki bu hüzünlü vedadan sonra eve dönmedi o gün. Profesörün dönüş saatlerinde her zaman beklediği istasyonun karşı kaldırımına çöktü ve sesli sesli ağlamaya başladı. Esnaf şalkınlıkla izledi bu durumu. Bifteklerle, sosislerle neşelendirmeye çalışsalarda, Hacki bunları ağzına bile sürmüyordu. Gözlerini istasyon kapısından bir an bile ayırmadan öylece ağlıyordu...
Öğlen saatlerinde kasabayı yasa boğan acı haber geldi. Profesör ders esnasında geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetmişti. Kasaba bir anda yasa boğuldu...
Günlerce süren o hengamede Hacki unutulmuştu ama, Hacki vazifesini hiç unutmadı. Her sabah erkenden gelir, karşı kaldırımdaki yerini alır ve son tren hareket edinceye kadar öylece beklerdi. Gece olduğunda bir harabe vagon bulur, altında kıvrılıp bir kaç saat uyurdu. Ertesi sabah herkesten önce tekrar aynı noktada yerini alırdı. Kimsenin verdiğini yemez, ancak profesörün bazı yakın arkadaşlarının verdiklerinden hayatta kalabilecek kadar yerdi...
Bir süre sonra profesörün kızı geldi ve zütürmek istedi Hacki'yi. Hacki itiraz etmeden takıldı peşine. Ama can dostuyla birlikte yaşadıkları o hatıralarla dolu ev satılmış, profesörün eşi de terketmişti kasabayı. Yeni evi sıkacaktı Hacki'yi. Üstelik onun her gün yerine getirmesi gereken vazifesi vardı. Sevgisini ondan esirgemeyen can dostuna vefasızlık yapamazdı. Zira vefasızlık insana ait bir meziyetti. Ama bu hanede onun bu kutsal vazifesine imkan verilmiyordu. Bu yüzden bulduğu ilk fırsatta kaçtı ordan...
Yıllar sonra Hacki iyice yaşlanmış, yürümekte bile zorlanıyordu artık...
Ulusal medyada sık sık yer almasıyla ülke çapında bir şöhrete kavuşmuştu. Ülkenin her tarafından yiyecekler gönderiliyordu. istasyon esnafı Hacki sayesinde cirolarını nerdeyse ikiye katlamıştı. Ama o can dostunun hatıralarından başka hiç bir şeyle ilgilenmiyordu. Yüzünü çevirip bakmıyordu bile gelen ziyaretçilerine...
Birgün aniden başını yerden kaldırdı. Tanıdık bir koku almış gibi bir hali vardı. Yıllardır yapmadığı şeyi yaptı ve gözlerini kalabalığın arasına dikti. Sonra kalabalığın arasından bir kişiye odaklandı. Yaşlı vücudunu kımıldatmakta zorlanıyordu artık ama buna değecek biri vardı karşısında. Yavaş adımlarla yaklaşan yaşlı bayan nemli gözlerini Hacki'ye dikmişti. Hacki yerinden doğruldu ve yaşlı bayana doğru yürümeye başladı. Bu bayan profesörün eşinden başkası değildi. Yıllardır arayıp sormamıştı Hacki'yi ama Hacki bunu dert etmiyordu. Vefasızlık insan oğluna ait bir meziyet değilmiydi sonuçta, ne yapsaydı yani, insanla insan mı olsaydı? Hayır... O asla yapamazdı bunu. Üstelik can dostunun hayat arkadaşıydı karşısındaki...
Yaşlı bayan ellerini boynuna doladı Hacki'nin. "Vefalı oğlum benim" diyordu severken. Hacki de kendince sesler çıkarıyor, sevgisine karşılık veriyordu yaşlı bayanın.
Esnaf şaşkınlıkla izliyordu olanları. Zira Hacki'yi hiç böyle görmemişlerdi.
"Benimle gelir misin oğlum?" Dedi yaşlı bayan. Ama "o kadarda uzun boylu değil" der gibi bir hali vardı Hacki'nin. Can dostunu bırakıp bir yere gitmeye hiç niyeti yoktu. Tam on senedir, bir gün bile aksatmadan nöbet tutuyordu orada ve son nefesine kadar da bu nöbet devam edecekti...
Yaşlı bayan çok çabaladı ama bir türlü ikna edemedi Hacki'yi...
Zaten nöbetin dolmasına da az bir zaman kalmıştı. iftara on dakika kala oruç bozmak gibi bir şey olurdu bu...
Bu olaydan on gün sonra, sabah dükkanlarını açmaya gelen istasyon esnafı Hacki'yi aynı yerinde uzanıyor olarak buldu. Ama bir farkla, Hacki'nin yaşlı bedeni nefes almıyordu artık...
Hacki can dostunun yakınına defnedilirken, istasyonun önüne de heykeli dikildi...
•
**
Ülkemizde vicdanları sızlamadan Hacki'leri katleden belediyelere ithaf olunur...
(Bu hikaye dün gece izlediğim Hacki isimli filmin hikayesidir ve gerçek yaşanmıştır)