+13
Buzluk Mağarası’nın dışındaki ufak çay bahçesinde oturuyorduk. Annemlerden izin isteyip tuvalete gideceğimi söyledim. Benim karanlık şeylere olan merakımı bilen ve hareketlerimde bir tuhaflık sezen annem: ‘Sakın bir yere kaybolma. Birazdan yola çıkarız.’ dedi. Az sonra tekrar buzlu mağaranın içindeydim, tek başıma. Işığın olmadığı bölgeye kadar indim ve cep telefonumun ışığını yaktım. Yol ikiye ayrılıyordu. Sola saptım. Kaygan zeminde dikkatli adımlarla ilerledim. O kadar sessizdi ki. Tam tünelin ucuna gelmiştim ki aşağıdan bir rüzgar sesi geldi ve soğuk bir hava akımı yüzüme çarptı. işte aklımı başımdan alan bu hava akımıydı. Yerin altından nasıl gelebilirdi ki hava akımı? Mağaranın yakın bir yerde tekrar yeryüzüne çıktığını düşündüm ve diğer çıkışı bulmak gibi çılgın bir fikre kapıldım. Ancak tünelin sonu dibi gözükmeyen bir uçurumdu. Telefonumu buzlu duvarlarda gezdirdim. Hemen solumda bir insanın anca sığabileceği bir oyuk vardı. Oyuktan geçince tekrar bir yol ayrımına vardım. Bu sefer sağa saptım. Hatırlamalıydım bunları: sol- sol- sağ. Karanlık ve uzun bir tünelde yürüdüm. O sırada cep telefonum bateri sinyali verdi: pili bitmek üzereydi! Nasıl da unutmuştum bunu, belki de dakikalar içinde ışıksız kalacaktım. O anda içime berbat bir korku saplandı ve buzlu zemine aldırmadan koşmaya başladım. Yol ayrımlarını unutmuş olmalıydım, taş basamakları bir türlü bulamıyordum. Kahretsin! Kaybolmuştum. Cep telefonum üç kere bipledi- ve sonra zifiri karanlık.