tanrı
yeryüzünde hayata sıfırdan başladığımızdan bu yana hep muamma oldu. varlığına inandı kimimiz, dinlerin etkisinde kaldı. kimimizse varlığını reddetti, bu reddedişin hiçbir mantığa sığmayışına rağmen.
öncelikle şunu söylemek gerekir ki, inanmak genetik bir gerçekliktir.
atalarımızdan bu yana bize aktarılan genlerin etkisi, inanma konusunda büyük önem taşıyor.
ancak inanmak, hiçbiryerde göremediğiniz, hissedemediğiniz bir varlığa tapınmayı gerektirdiğinden, zaman içinde düşüncelerimiz değişebiliyor. çoğumuz, dinlerin gerçekliğini halen kabul ederek o'na inanıyoruz.
tanrı'ya inanma mantığı bu şekildeyken, inançsızlık da farklı şekillerde varlığını devam ettiriyor.
dinlere olan inançsızlığın en önemli gerçeği, tanrı'nın varlığına olan inancından kopmuş insanların bu dünyada maddi bir rahatlığa kapılıp gitmiş olmasıdır.
aynı şekilde, dini inancı sağlam insanlara dikkat edildiğinde de, bunun tam tersinin olduğunu, dinibütün insanların genelde maddi anlamda zor bir hayat yaşıyor olduğunu farkederiz.
bu konulardaki iki uç noktanın en önemli sebebi, insanlığın içgüdüsel olarak rahata olan düşkünlüğünden ibarettir.
herhangi bir dine olan inançsızlığını, dünya hayatındaki mutluluğu yüzünden kaybeden insanlar nasıl rahatlık yüzünden bu ekgibliği hissetmiyor gibi görünse de(buraya dikkat), diğer tarafta zor bir hayat yaşayan dinibütün insanın da aynı şekilde rahata olan zaafı önemli rol oynamakta.
dinibütün insanlarımız, inançlarında vaat edilen, ortasından şaraplar akan huzur dolu bir cennet hayaliyle inançlarına sımsıkı sarılarak hayatın zorluklarına sabretmeye çalışıyor.
burada, dinlerin en büyük etkisinin, insanları manevi yönden rahatlatma şeklinde olduğunu söyleyebiliriz.
peki, düşünüldüğü ya da benimsendiği gibi tanrı var mı?
dünya, bigbang sayesinde varoluşundan bu yana, büyük dönüşümler sonucunda canlı hayatına uygun bir yer haline geldi.
dünyanın bu dönüşümleri sağlayabilmesi, tabi ki güneşin çekim etkisinde kalabiliyor olmasından dolayıydı.
dünya dönüşümünü tamamladı, birçok canlı yaşama imkanı buldu, bazı canlılar dönüşümlere(büyük oranda iklimsel değişikliklere) ayak uyduramayıp doğadan silindi.
dünya dönüşümünü güneş sayesinde sağlayabildi, ancak dünyanın güneşten ayrılmasını sağlayan patlamanın kaynağı neydi?
bu kısım, tanrı'nın varlığına belki de en büyük delildir.
çünkü, "etki-tepki" mantığına göre, hiçbir olay, belli bir etkiye maruz kalmadan gerçekleşmez.
dünya astronomik imkanlar nedeniyle bugününe gelebildi ama dünyadaki bu hayatın gerçekleşmesinin kaynağı olan bigbang'in sebebi, tanrı'nın varolduğu ya da varolmuş olabileceği ihtimalini gözönünde bulundurmamıza neden oluyor.
neden varolmuş olabileceği dedik, tanrı öldü mü?
tanrı dediğimiz olgu(kimimize göre varsayım ya da yokluk), dinler sayesinde hep adaleti sağlayan, dünya hayatını düzene sokan ve bazı insanlarla-ki bunlara çoğumuz peygamber diyoruz- bir şekilde iletişime geçen bir varlık olarak tasvir etmek zorunda kaldık.
demek istediğim, belki de tanrı dediğimiz bu güç, sadece o patlamaya sebep olan güçlü bir enerjiden ibaretti.
tanrı'yı sadece insan hayatını düzene sokan birşey gibi düşünürsek, dinlerin etkisinden kurtulamadığımızı da kabul etmemiz gerekir.
diğer bir ihtimal de, tanrı'nın evreni ve dolayısıyla dünyayı yaratıp, bu sistemi uygun hale getirip olanları izliyor olmasıyla ilgili.
böyle bir durumda da "tanrı nasıl ortaya çıktı, tanrı'yı ortaya çıkaran neydi" benzeri paradokslar ortaya çıkıyor.
ikinci ihtimalin doğruluğunun kanıtlanması durumunda, tanrı'nın nasıl ortaya çıktığını bulmak da takdir ederseniz ki fizik/kimya profesörlerinin işidir. zannediyorum bizi ilgilendiren kısım bu değil.
ancak şöyle birşey var, "etki-tepki" mantığı belki de sadece bu evrende geçerli olan bir mantıktır.
ve sınırlı duyulara ve mantığa sahip olduğumuz için, "yoktan varolabilme" gibi kaba bir tabirle isimlendirebileceğimiz bu mantığı anlayamıyoruzdur.
ancak dinlerin hiçbiri, bazı sebeplerle ve insan zekasının sayesinde ortaya çıkarılma sebebi içerdiğinden, bu gerçeklikleri sorgulamayı "günah" adı altında yasaklamış, sorgulayanları da tanrı'nın ağzıyla "lanetlemiş" gibi teşhir etmiştir.
düşünmek, irade sahibi her canlının hakkıdır. aynı şekilde, herhangi bir dine bağlanmak da irade sahibi varlıkların sorumluluğundadır. bunlara kesinlikle müdahale edemeyiz.
ancak, "ilahi" dediğimiz ve dünyanın her yerinde büyük etki gösteren bu dinler, ne yazık ki günümüz dünyasında artık yetersiz kalıyor. inançsızlığın artmasının en büyük sebebi bu ve emin olun ki bu dini bir şekilde insanlara empoze edenler, dünyanın bu noktaya geleceğini yeteri kadar tahmin edememişlerdi.
islam'da kıyamet alametleri adı altında bahsedilen, "inançsızlığın artması" durumu, muhafazid'in ve dolayısıyla selman-ı farisi'nin yürüttüğü mantık çerçevesinde mümkün olabilmiştir. ancak modernliği tahmin edememiş olmalılar ki, islam da diğer dinler gibi geçerliğini yitirmeye başladı.
örneğin, dünyanın varlığı konusunda kutupları hiç hesaba katmayan bu din, ibadet etme olayını kabe'ye yönelerek gerçekleştirmek bahseder. oysa bütün "ilahi" dinler, evrensel olduklarını iddia ederler.
aynı şekilde, islam'da ibadet şekli olarak namaz kelimesinin kaynağı, hintçe'deki "namasté"(yanlış olabilir) kelimesinden türemiştir. hintliler güneş tam tepede olduğu zaman ibadet ederlerken, muhafazid kendi dininde, güneş tam tepedeyken ibadet etmenin yasak ve hatta günah olduğunu söylemiştir.
sebebiniyse, "kafirlere benzemeyelim" şeklinde yorumlamıştır.
islam'ın çıkış kaynağı, islam'dan önce araplar'ın kabe'de bulundurup taptıkları, lat menat ve uzza isimli üç büyük putun başında bulunan en büyük put olan "al-ilah" isimli puttur.
muhafazid bu isme basit bir değişiklik uygulayıp kullandı.
bu basitliğin sebebiyse, insanların hep al-ilah ismine alışmış olmasından ileri geliyor. insanları islam'a kolayca kazandırabilmek ve aynı zamanda da yeni bir inanç sistemi getirebilmek için, bu basit değişikliği uygun gördü.
şimdi insanların al-ilah diye benimsediği tanrı inancı yerine, "benim tanrım'ın adı ananas'tır" deseydi, takdir edersiniz ki yeteri kadar yoldaş bulamazdı. zaman içinde bu din de kaybolurdu, hem de muhafazid hayattayken.
bir başka olay da, muhafazid'in çokça karıştırılan cinsel hayatıyla ilgiliydi.
3 karısından en küçük olanı aişe'nin yatağında yatmayı tercih ederken diğer eşlerinin "neden bizimle de kalmıyorsun" diyişine sinirlenip, "cebrail ben aişe'nin yatağındayken bana uğruyor, sizin yatağınızdayken değil" diyerek olayı bir şekilde kendi mantığına çevirebilmiştir.
nasıl hristiyanlık bir tür güneş diniyse, islam da bir tür ay dinidir. ay'ın islam'da ne kadar kutsal sayıldığını en az benim kadar bildiğinizi varsayıyorum. bu kutsallığın sebebiniyse, araplar'ın şiire ve dolayısıyla romantizme olan düşkünlüğünden kaynaklandığını tahmin etmek zor değil.
hristiyanlık'tan bahsetmeye gerek görmüyorum çünkü, hristiyanlık, dönemin birkaç din addıbının bir araya gelip, çok eski tarihlerde inanılan dinlerden arakladığı birçok hikayenin birleştirilip oluşturulduğu bir din olmaktan öteye gidemedi.
merak edenler, horus'u araştırabilir. zeitgeist'ta da bahsedilmişti bundan.
sonuç itibariyle, dinler cehaletten ve yoksulluktan beslenen inanç sistemleridir ve, dine olan inançsızlığın temelinde de rahat yaşama içgüdüsü yoğunluğunu artırarak devam ettirmektedir.
ölümden sonra hayatın doğruluğu da ne yazık ki imkansızdır. çünkü, şuan kurulan sistem, her türlü eleştiriye rağmen yeteri kadar adaleti sağlamaktadır.
tanrı vardır ancak, o'na ulaşabilmenin dinlerle mümkün olduğunu söylemek, bu gerçekler doğrultusunda mümkün değildir.
önemli olan, hiçbir canlıya hiçbir şekilde zarar vermeden yaşayabilmektir.
edit: mal adam paylaşmıştı olan bitenden. konuyla alakası olduğundan(videonun son dakikaları) hoşuma gitti:
http://www.youtube.com/watch?v=iC_EPy8Ac3g