+6
-2
Utah Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmada, güçlü ruhani deneyimler sırasında yaşanan hislerin, beynin ödül merkezi olan nucleus accumbens (aynı zamanda haz ve bağımlılıktan da sorumlu) ile ilişkisi olduğu keşfedildi. Bu da, aşık olduğumuzda, ciks yaptığımızda, kumar oynadığımızda, müzik dinlediğimizde ve uyuşturucu aldığımızda aktive olan devrelerin, aynı şekilde dinsel ve ruhani deneyim sırasında da aktif hâle geldiği anldıbına geliyor.
Social Neuroscience'da yayımlanan araştırmanın yazarlarından nörobiyolog Jeff Anderson “inançlıların ruhani, ilahi veya aşkın olarak yorumladığı deneyimlere beynin nasıl müdahale ettiğini henüz anlamaya başlıyoruz” diyor. “Beyin görüntüleme teknolojileri, son birkaç yılda, bin yıldır merak ettiğimiz sorulara cevap verebilecek hâle geldi.”
inancın hangi beyin ağlarını etkilediğini anlamak için, önceden misyonerlik faaliyeti yürütmüş olan 19 Mormon’a ruhani hisler uyandırmak amacıyla çeşitli görevler verildi (çeşitli dinsel materyalleri ve dini liderlerin videolarını izlemek gibi) ve bu esnada fMRI yöntemiyle (MR tarayıcısı ile yapılan bir görüntüleme tekniği) beyinlerindeki aktivite izlendi.
Deney sırasında katılımcılara sık sık huzur ve Tanrı’ya yakınlaşma hissi olarak tanımlanan “Ruh”u hissedip hissetmedikleri soruldu ve ruhani bir hissin doruğuna ulaştıklarında bir düğmeye basmaları istendi. (Mormonlar bu hisler için, doktrinsel ilkelerin doğrulanması ve tanrıyla iletişimin başlıca araçları gözüyle bakıyor)
Sonuçlar ne kadar ilginç olursa olsun araştırmacılar, bulgulara ihtiyatlı yaklaşılması ve çok fazla çıkarımda bulunmamak gerektiği konusunda uyarıyor ve dinsel deneyimlerin bireyden bireye, kültürden kültüre büyük oranda değişiklik gösterdiği için bunların pekçok nörolojik sebep ve sonuçları olmasının muhtemel olabileceğini belirtiyorlar. (Bu araştırmaların beyindeki “Tanrı bölgesi” gibi bir safsatayı doğrulamak amacıyla yapılmadığını hatırlatmakta da yarar var).
Son olarak, Andersonbu ödül mekanizmasının dinsel şartlandırmayla “komşunu sev”, “liderine itaat et” gibi emirlere ikna için de kullanılabileceğine ve aynı uyaranlar tarafından biçimlendirilen dinsel deneyimlerin uyumsuz olabileceğine de işaret ediyor. Örneğin dünyanın bir tarafında dindar birinin tamamen zararsız bir biçimde kutsal kitabını okurken yaşadığı duygulanımla, dünyanın bir başka tarafında dinsel şiddete başvuran IŞiD üyesinin yaşadığı duygulanımın aynı beyin devrelerini harekete geçiriyor olması mümkün.
Oxford Üniversitesi’nden nörobilimci Katja Wiech bu konuda farklı düşünenlerden. Şüphesiz, dinin radikal boyutunun ardında yatan çok farklı etmenler olabilir. Wiech’e göre, din adına terör eylemi gerçekleştirilmesine neden olan motivasyonun ödül mekanizmasıyla hiçbir ilgisinin olmaması mümkün.
Gelişen nörobilimin bulgularıyla insan davranışlarını bu yönlü değiştiren din olgusunun ardında yatan nedenler belki ileride daha iyi anlaşılabilecek.