/i/Sözlük İçi

sözlük içi.
  1. 1.
    +5
    Selam.

    "Biz ona yolü gösterdik. Artık ya şükredici olur ya nankör." (insan 3)

    iki sene önceydi galiba, birkaç arkadaşımla parkta yürüyorduk. Kedi doluydu park, kedileri de çok severim moruk, öyle böyle değil. Hele biraz sırnaşık ve yabani olmayan bir kediyse karşımdaki, Almira gibi mıncıklaya mıncıklaya severim. Standart bir senemin yaklaşık %90'ında olduğu gibi yine tadımın tuzumun hiç olmadığı bir gündü ama kedileri görünce kendisine uçan balon alınmış, kaçmasın diye de balona bağlı bir ip parmağına dolanmış ve koştura koştura balonu uçurtan 5 yaşındaki çocuklara dönerim. "Ehehehehe" diye sırıta sırıta peşlerinde koşturdum, sevimli ve sırnaşık olanları mıncıklayıp durdum. Hayvan besleyenler bilir, karakterleri tıpkı insanlarınki gibi birbirinden tamamen farklı olur bunların. Kaç çeşit insan var diye sorsan, insan sayısı kadar derim, kaç çeşit kedi var diye sorsan, yine kedi sayısı kadar kedi çeşidi var derim. Bazıları ya karakteri gereği, ya da artık yavruluk zamanlarında gördükleri muamele nedeniyle, ya da her ikisinin birleşimi sonucunda yabani oluyor. insanlara fazla yanaşmıyorlar.

    "Biz ona vermedik mi iki göz
    Bir dil, iki dudak?" (Beled 8-9)

    Hak geçmesin diye biraz da yabani olanlara yanaşmaya çalışım, baktım çok pas vermiyorlar, ben de zorlamadım. Nasılsa yanımda kendini sevdiren bir sürü kedi vardı.

    Fakat o gün fark ettim ki, benim "kedi sevgisi" zannettiğim şey "kedi sevgisi" değilmiş.

    "Kılavuzladık onu iki tepeye.
    Akabeye, sarp yokuşa atılamadı o." (Beled 10-11)

    Yorulduk yürümekten, eve dönecektik, parkın çıkışına doğru kartondan bir kutu gördük, içinde de yine bir kedi...

    Bu kedi yabani değildi, sırnaşık da değildi, zira ne yabani olma şansı vardı ne de sırnaşık. Tek gözü tamamen kördü, öbürü de iyice akmış, kapanmak üzereydi. Belli ki çok kısa bir sürede tamamen kör olacaktı.

    "Akabeye, sarp yokuşa atılamadı o" (Beled 11)

    Üç arkadaş birbirimize baktık. Hepimiz biliyorduk yapmamız gerekeni. Bu kediyi zaten hazır kartonuyla alacaktık, atlayacaktık bir taksiye, veterinere zütürecektik.

    Zaten tadım tuzum yoktu, bir de yorulmuştum, zaten hep yorgun hissederim kendimi. Üşendim. Bir şey demedim.

    Biz üç gerizekalı "ne yapalım?" diye birbirimize baktık.

    "Akabeye, sarp yokuşa atılamadı o" (Beled 11)

    Tekimiz kendini, hesapta kendi vicdanında kurtardı, "Ya alalım zütürelim isterseniz, bana fark etmez" deyip öyle salak salak olduğu yerde daire çizerek yürüdü.

    Diğerimiz "Yazık ya, acaba başkası ilgilenir mi ki bizden sonra?" diye pası bizden sonra oradan geçip kediyi görmesi muhtemel diğer insanlara attı.

    Bense sustum.

    "Akabeye, sarp yokuşa atılamadı o" (Beled 11)

    Neden sustum biliyor musun? Üşendim, sadece bu.

    Yapmam gerekenin ne olduğunu gayet iyi biliyordum. insanların böyle durumlardaki tavırlarını da iyi biliyordum. Kendi vicdanlarını rahatlatacak bir yol, bir kaçış ararlar. işte birisi "Bana uyar, karar sizin" dedi, köşesine çekildi pasif pasif. Öteki "Yazık" dedi, üzüldüğünü belli etti, "Herhalde başkaları görür ya" dedi.

    Ben bu tür davranışların fasa fiso olduğunu biliyordum. Ben ne yapmam gerektiğini gayet iyi biliyordum. Zira insanların ve iyi zannettiğimiz insanların böyle durumlardaki tavrının ne olacağını da iyi biliyordum. Ya kendine bir mazeret bulup içini rahatlatır, ya "eh biri bir şey yaparsa ben de uyarım" diye pasif kalır ve sözüm ona iyi insan rolü yapar, ya da bunların hiçbiri içini rahatlatamıyorsa suçu atacak bir başkalarını bulur. "Nasıl bırakırlar bu hayvanı böyle ya" diye söylenirler.

    Ben kendimi bunlarla kandıramıyorum. 2 yıldır kandıramadım.

    Yapmam gereken şey belliydi. Tüm ataletimi kırıp, o gerizekalıca ve hiçbir geçerliliği olmayan mazeretlerimi çöpe atıp, vaktimi ayıracaktım, kaldıracaktım o kartonu ve kediyi, "Hadi gidiyoruz, hadi hadi hadi" deyip veterinere zütürecektim hayvancağızı. Yoksa kör olacaktı.

    "Akabeye, sarp yokuşa atılamadı o" (Beled 11)

    Bunu yapmadım. Tek sebebi de dediğim gibi üşenmemdi.

    Bir daha ne o parka gitmeye fırsatım oldu, ne de o kediyi gördüm, tahminen de ölmüştür.

    Bariz bir şekilde sınava tabi tutuldum ve bariz bir şekilde sınavı kaybettim ben o gün. Bu bir savaştı, sonucu da tarih kitaplarının deyimiyle: "Decisive nefs victory", kesin nefs zaferi oldu. Yenildim nefsime, ataletime, umursamazlığıma.

    "Biz ona vermedik mi iki göz,
    Bir dil, iki dudak?
    Kılavuzladık onu iki tepeye.
    Akabeye, sarp yokuşa atılamadı o.
    Sarp yokuşun ne olduğunu sana bildiren nedir?
    Özgürlüğü zincirlenenin bağını çözmektir o.
    Yahut da açlık ve perişanlık gününde doyurmaktır o,
    Yakındaki bir yetimi,
    Yahut ezilmiş-boynu bükük bir yoksulu.
    Sonra da iman eden ve birbirlerine sabrı öneren, merhameti öneren kişilerden olmaktır o.
    işte böyleleridir uğur ve bereket dostları." (Beled 8-18)

    iki gözüm vardı, iki gözü olmayana "bile bile" yardım etmedim.

    O sarp yokuşa atılamadım. Üstelik o kadar da sarp ve keskin değildi bu seferki yokuş, nedir yani, 1 saatini ayıracaktın alt tarafı.

    Benim "kedi sevgisi" zannettiğim şey, meğer sevme ve sevilme ihtiyacımmış, o an anladım bunu. Sevdim, sevildim, işimi gördüm ve ihtiyacımı gördükten sonra umursamadım ölmek üzere olan bir kediyi. Sevgi böyle bir şey değildir. 

    Yaklaşık 2 yıldır, uğradığım her haksızlıkta -ki çok sık başıma gelir, hele bu ülkede, aynı sende olduğu gibi- o an gelir hatrıma.

    Nedense 2 yıldır da işlerim pek yerinde yürümez. Karma felsefesine inanmam fakat, sağ gözümün bozukluğu gitgide arttı. %60'tan fazla kör ve ameliyatla düzelmesi mümkün de değil mesela. Mistik anlamlar yüklemiyorum, sen de yüklemek zorunda değilsin, arkadaşımla konuşur gibi konuşuyorum şu an.

    Edit: alıntıdır ; michael gibkofield'den
    ···
   tümünü göster