-
51.
+2Part 26Tümünü Göster
Kendimi sorgulamak beni çok daha diplere indirmeye başlamıştı. Sorguluyor, bir sonuca varıyor, fakat mantığımın emirlerini asla yerine getiremiyordum. Karşı karşıya kaldığım durumu tamamen mantığımla irdelediğimde, anladınız işte sonucu, öyle yani. Fakat ben duygularımla hareket ediyordum. Mantığımın karşıma çıkardığı sonucun bana yaşatacağı yıkımdan kaçıyordum sanırım. Açıklaması buydu yaşadığım olaydan sonraki sonucun.
Saçma sapan bir şeyle karşılaşmıştım ve kendimi bana yaptığı ufacık açıklamaya inandırmıştım. Sorgulamadım olayı daha fazla derine inmedim Burakla mevzuyu konuşmadım bile… Hislerim bunu emretmişti…
Sanki olay hiç yaşanmamış gibi günlük hayatıma devam ettim. Semayla beraber devam ettim tabikide. Çok ama çok saçma bir şekilde ona daha fazla bağlanmıştım. Evet aşırı seviyordum aşıktım fakat son olaydan sonra daha fazla bağlanmıştım. Ya da adını bağlanmak koymuştum bunun, henüz farkında değildim.
Kavgalarımız ve beni rahatsız eden tavırları devam ediyordu ama son günlerde sanki daha iyiydik. Rahatsız olmamaya çalışıyor eski günlerimize dönebilmek için beyin fırtınaları yapıyordum. Okuldan eve geldikten sonra akşamları Semanın çıkış saatinde okula gidiyor beraber beş on dakika konuşmak yürümek için bir sürü çaba sarfediyordum. Okula bir gün gitmesem içim rahat etmiyordu. Özlüyordum evet ama bilinç altımda okula gitme sebebim bu değildi… Artık yorulmuştum bu durumdan sıkılmıştım. Neden bu şekilde hissediyordum? Neden sanki kaçıp gidicekmiş gibiydi? Neden sürekli en son ben vardım onun için artık?
Cevapsız binlerce soru. Hissettiğim kötü duygulara aklımla birer birer bahane buluyor ve kendimi o bahanelere inandırıyordum.
Bütün bu hengameler içerisinde artık öğretmenler günü şiir dinletisi provaları başlamıştı. Dinletinin programı tamamen belliydi fakat şiirler belli değildi. Şiir okuyacak olan arkadaşlar şiirlerini kendileri seçeceklerdi. iki bölümden oluşacak programda bana düşen görevse bölüm arasında iki tane şarkı söylemekti.
Çoğunluğu kızlardan oluşan dinleti gurubunda simaları genel olarak tanıyordum. Ağırlıklı üst sınıflardan oluşan bir kadro vardı.
Provaların ikinci ya da üçüncü gününde artık herkesle kaynaşmıştım. Dinlenme zamanları başka başka şarkılar çalıyor eğleniyorduk. Bana ilaç gibi gelmişti bu etkinlik. Her an aklımın bir köşesinde Sema vardı lakin yorgundum artık… O kadar yorgundumki tek dinlendiğim yer burasıydı. Arkadaşların müziğe ilgisi de hoşuma gidiyordu. ilkay, Nilgün, Merve, Meriç ve bir sürü arkadaş. Meriç hatırlarsanız Semanın kuzeni. Şiir dinletisinde o da olacaktı.
Sahne arkalarında genellikle ilkay ben Nilgün gırgır şamata yapardık. Ara sıra Meriçin sert bakışlarına maruz kalsam da pek istifimi bozmamaya gayret ediyordum. Semanın kulağına gitse ordaki rahatlığım, kesin gene büyük kavgalar ederdik.
Gene bir gün provada Nilgün şiir kitabını bana uzatıp:
‘Herhangi bir yerinden aç kitabı, hangi şiir denk gelirse onu okuyacağım’ dedi. Gülümsedim aldım kitabı:
‘Ya saçma sapan bir şiir gelirse o zaman gene okuyacak mısın?’ diyerek kahkaha attım. Kitabın ortasından açtım, denk gelen şiire bakmadan verdim Nilgüne. Yüzüme baktı:
‘Güzel şiir, ben okurum bunu. Baya da şanslıymışım saçma sapan bir şey gelmedi.’ Dedi gene gülerek.
Sıra ona geldiğinde okudu şiiri. Şuraya yazayım da belki seversiniz.
Cahit Sıtkı Tarancı-Desem ki
Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
inan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
Okudu şiiri, çok da güzel okudu. Nilgün değişik bir kızdı beyler. Aşırı arkadaş canlısı sıcak samimi ve çok iyi biriydi. Onun için değerli olursanız sizin gerçekten yanınızda durabilecek biriydi. En azından öyle görünüyordu. Meriçin sınıftan arkadaşı olduğu için Semayla beni biliyormuş. Şiir muhabbetinden sonra benim biraz modum düşünce açılmıştı mevzu. Biraz anlatmıştım meseleleri. Çok fazla yorum yapmadı. Sonra döndü bana:
‘Gelsene beraber dışarı çıkalım spot lambası alıcaktım sende hava almış olursun.’ Dedi.
Bende kabul ettim. Mola verildiğinde dışarı çıktık beraber nalburdan spot lambası aldık. Geri dönerken biraz lafladık gene:
‘Şiir dinletisi olayı benim için baya iyi oldu, bu sıralar zor günler geçiriyorum.’
‘Çok fazla düşünceli olduğun belli ama benden sana söylemesi, çok fazla takıyosun, değer mi bi düşün…’ dedi sessiz sessiz.
Değer tabi lan yannan! Sanane amcık, sen mi bilcen değer mi değmez mi? iki muhabbet ettik diye bu kadar ileri gitme, seviyorum Semayı, ben karar veririm değip değmiceğine! Diyemedim tabi. Sustum bi süre sonra döndüm Nilgüne:
‘Nilgün, bence bunları konuşmayalım..’ dedim sakin bir şekilde.
ikimizde sustuk, salona indik. içeri girdiğimizde hoca gelmiş ve herkes oturuyordu. Anında Meriçle göz göze geldim. Bana kötü kötü baktı. Kendi kendime dedim 'lan noluyo gene dıbına koyim ne bu bakış ne bu surat!'.
Prova bittikten sonra tüm öğlenci öğrenciler gelmişti okula. Semayı arıyordum açmıyordu. En sonunda okul kapısında yakaladım:
‘Sema! Aşkım, nerdesin sen ya seni arıyorum her yerde! Telefonlarımı neden açmıyorsun bir şey mi noldu?’
‘Offf Fırat! Yok bişey! Bak hoca bakıyo sıraya girmem lazım git sonra konuşuruz!’
Ağır ağır uzaklaştım. Aşırı sinirlenmiştim. Gene noluyodu? Ne bu tavırlar tripler? iki dakka huzur yok dimi? Aynı gün akşam okula geldim. Çıkışa. Semayı beklerken Serdarla karşılaştık. Derse girmemişler. Yanında da bir çocuk daha. Adı Fıratmış onunda. Serdarın baya yakın arkadaşı birinci sınıftan beri. Neşeli esprili (iğrenç esprileri güzel yapmasıyla meşhur) bir arkadaş. Sevdim bende çocuğu. Birinci sınıfta zaten görüyodum ara sıra. Göz aşinalığım vardı yabancı gelmedi yani, hemen kaynaştık. Ee o da Fırat ben de Fırat bundan sonra sen Sarı ol dedik. Sarı Fırat. Artık kadroda Sarı Fıratta vardı. Genişlemeye devam beyler.
Çıkışta Semayı bekledim. Çıktı konuşmak için yanına gittiğimde beni görmüyordu sanki. Ya karşısındayım ama yüzüme bakmıyor. Bir şey diyorum cevap vermiyor. En sonunda tuttum kolundan:
‘Eğer cevap verirsen hiçbir şey söylemeden gidicem, şimdi söyle bana noldu?’ dedim.
Yüzüme baktı, umursamaz bir tavırla gene:
‘Sen sabah dışarı gezmeye gittiğin kıza anlat bunları!’ dedi.
Bir anda parladım:
‘Ya sen ne saçmalıyorsun gezmeye falan gitmedim ben nalbura gittik geldik ne var bunda!
Hiç değiştirmedi tavrını:
‘Tamam işte gidebilirsin’ diyerek itti beni. Lan çıldırmak üzereydim hiçbir şey diyemiyordum. Peşinden yürümeye devam ettim, yürürken bir yandan konuşuyordum (bağırıyordum):
‘Ne diyorsun sen be ne saçmalıyorsun be? Ne bu tavır amacın ne senin? Ne yaptım ben sana bunları yapıyosun sen? Ne istiyosun?’
Durdu baktı bana:
‘Git Fırat, git!’ dedi. Döndüm arkamı. Ayrıldım yanından. Sahile doğru yürürken Serdar ismail ve Sarıyı gördüm ilerde. Onların yanına gittim. Oturduk biraz geyik yaptık. Kafam az da olsa dağılmıştı. Ertesi günü dışarı çıkmak için plan yaptık. Sarılıp vedalaştıktan sonra evlere dağıldık.
Gün geçtikçe beni itiyordu… Ne yani gitar çalıp etkinlik yapmak mıydı mesele? ihmal mi ediyordum onu? Asla. Her akşam çıkışa gelen kimdi? Haftanın iki günü dersimin erken bitmesine rağmen onun okula gelmesini bekleyen kimdi? Ben her hangi bir zamanda onu ihmal etmezken ya da kötü davranmazken bir dediğini iki etmemeye çalışıp bu lanet tavırlarını sonlandırmasını beklerken neden günden güne artıyordu? Çözemiyordum, çözemedikçe deliriyordum…
başlık yok! burası bom boş!