+2
Son zamanlarda özellikle sosyal mecralarda bazen ‘Çomar’, bazen de ‘Anadolu Çomarı’ diye bir takım benzetmelerle karşılaşıyoruz. Dilimize henüz yeni yeni pelesenk olmuş bu kelime ve kalıbı tam olarak analiz etmek için zamana ihtiyacımız olsa da, ‘troll’ kökenli olduğu su zütürmez bir gerçek. Ancak açıkça ifade etmek gerekirse; bu ülke tarihi, insanımızı böylesine anlatan bir sıfat daha görmemiştir, göremez de. Bu arada birkaç sözlük entry’si bu kalıbın ‘nefret suçu’ olduğunu iddia etse de, tabii ki böyle bir şey yok. Zaten nefret suçunun tanımına da kesinlikle uymuyor. Çünkü bu kelimenin sözlük anlamı bile birden çok yerde naif bir şekilde ‘terbiyesiz ve kaba insan’ tanımlamalarıyla geçiyor. Ayrıca Anadolu Çomarı derken insanlar Anadolu’nun köylü insanını değil, anladığım kadarıyla temelde cehaleti eleştiriyor.
Çomar lafını ilk okuduğumda/duyduğumda, aklıma ilk olarak Karl Marx’ın 1844 el yazmalarında dört ana başlık altında anlattığı yabancılaşma teorileri geldi. Bunlardan birincisi, işçinin kendi emeği ve emeğinin bir ürünü olan nesneye, yani metaya yabancılaşması. ikincisi, işçinin üretim sürecine yabancılaşması. Üçüncüsü, işçinin türsel olarak yabancılaşması. Sonuncusu ve yazımızın temelini oluşturan şey ise insanın insana ve hayata yabancılaşması.
Bu kavramı yabancılaşma ile bir tutarak değerlendiriyorum, çünkü ‘çomarlaşan’ bir insan ile, yabancılaşan bir insanın içine girdiği pgibolojiyi birbirinden çok da farklı görmemekle birlikte, bilakis birçok benzer taraf da görüyorum. Marx’ın sözünü ettiği bu süreçten sonra, insan denilen varlık için artık ne aşkın, ne sevginin, ne saygının, ne insanın, kısaca güzel şeylerin hiçbir önemi kalmamıştır. Çünkü yabancılaşma, esasında insan güdülerine ket vururken, aynı zamanda da insanı bu kavramlardan uzaklaştırır ve olabildiğince az hissetmesine yol açar.
Efendim neyse… Velhasıl kelam sonra Marx öldü, bu teorilerin üzerine yeni şeyler katıldı, konuşuldu yazıldı, nice felsefeci ve siyaset bilimciler gelip geçti dünyadan. Ancak değişmeyen tek bir şey oldu: ‘Çomarlık’ Peki nedir bu çomar arkadaşlar? Biz mi türettik, yoksa zaten TDK ya da başka sözlüklerde geçiyor da yeni yeni mi dolaşıma soktuk?
Sözlüklere baktığımızda genel olarak çomar kelimesinin 11’e yakın anlamı var ve bizi ilgilendireni, “terbiyesiz, kaba, saldırgan kimse” diye ifade edildikten sonra da örnek bir cümle ekleniyor: “Sen böyle konuşuyorsun çünkü etrafındaki çomarlara güveniyorsun.” Gerçekten de çevremize baktığımızda çomarlığı bir görevmişçesine içselleştirmiş insanları görmemiz çok büyük bir ihtimal. Peki ne yapar bu çomarlar? Kimdirler? Nedirler? Twitter’a ‘çomar’ yazıp arattım ve önüme gelenleri derledim.
Bilimin gücüne inanmayan insanlar genelde çomar olarak adlandırılıyor. Eğer bir insan ekranlara çıkıp da, “Dünya düzdür, ispatı da yoktur, bu kadar basit” diyerek önemli mevzuları ruhevi tekniklerle açıklamaya çalışıyorsa ve bunu yaparken de kendini komik bir duruma düşürüyorsa bu arkadaş racona göre bir çomardır.
Entelektüellikten olabildiğince nefret edip, bir kelime kitap okumamış olan, ayrıca okumamışlığı ile böbürlenen ve kendini ciddi ciddi bir hayat okulunun varlığına ve buradan mezun olduğuna inandıran tipler, racona göre çomardır. Bilgisi olmayan, fikri olandır.
“Gel film izleyelim” desen, aklına gelecek ilk şey Türk filmlerinin ciks film furyası zamanlarıdır. O dönemler geride kaldığına göre de, film fikri çok kötü bir fikirdir. “Ya senin işin gücün yok mu”dur. “Bi çay koysana”dır.
insanlara ders vermek ve hadlerini bildirmek, bu arkadaşların en önemli görevleridir. Ancak kendisi başkalarına had bildirdiğini sanırken de birilerine biat etmekten vazgeçmez. Biat kültürü olmazsa olmazıdır.
Cinsel dürtülerini kesinlikle bastıramazlar. Hayvandan tutun da damacanaya kadar, gözüne kestirdiği şeyler onlar için birer cinsel obje niteliğindedir. Bu insanlar azılı birer çomardır.
insan haklarıymış, kadına şiddetmiş, adaletsizlikmiş… Hiç mi hiç umurlarında değildir. “E o saatte orada ne işi varmış? Üzerinde ne varmış? E onlar da orada toplanmasalarmış! Polis boşuna mı su sıkmış?” Onların bozulmaz düzeni ev-iş, iş-ev maratonu sekteye uğramasın, akşam trafiğine takılmasınlar, dünya kendilerine toz pembedir. Gerisi önemli değildir.
Kibar insana tahammül edemezler. Yemek yerken çatal-bıçak kullanan insana canavarmış gibi bakarlar. Sonra da yemek yiyenin ensesine vurup, “Laa oğlum kibar mısın şu tavuğu elle yesene ahuauha” uyarılarını da yapmadan geçmezler.
Hayatını ve benliğini Osmanlı’ya harcar. Osmanlı gelecek, Osmanlı yaklaşıyor, Osmanlı torunuyum, şöyle Osmanlı, böyle Osmanlı… Osmanlı karşıtı bir söylemde bulunursan tek argümanı, “Bir zamanlar yedi düvele hükmettik diye sevmiyorlar” olur.
Holiganlık da vardır bu insanlarda. Hem de mikro holiganlık. Tribünün 2. katından sahaya hakem dövmek için atlayabildikleri ve bu insanı da kahramanca karşılayan bir güruhun varlığı yakın zamanda görülmüş, ispatlanmıştır.