0
Sineklerin Tanrısı, Ralph ile Domuzcuğun tanışmasıyla başlar. On iki yaşlarında olan Ralph, iyi huylu, zeki, güzel bir çocuktur. Deniz Kuvvetlerinde bin başı olan babası gelip onları kurtarıncaya kadar, bu ıssız adada, yetişkinlerin baskısından uzak, çok hoş vakit geçireceklerine inandığından, sevinç içindedir. Aynı sevinci paylaşmayan Domuzcuk düşünmektedir. Burası bir adadır der. Bir çare düşünüp kurtulmanın yollarını bulmazlarsa ölünceye dek burada kalacaklar. Onun için hemen örgütlenmeleri gerekmektedir. Adanın şurasına burasına dağılmış çocukları bir araya getirmeli, kaç kişi olduklarını saptayan listeler hazırlanmalı, bir toplantı yapıp kurtuluş çareleri düşünülmelidir.
Domuzcuğun önerisi üzerine Ralph, sudan çıkardıkları şeytanminaresi biçiminde bir deniz kabuğunu boru gibi öttürerek çocukları toplantıya çağırır. Toplantıda ilk alınan kararlardan biri, şeytanminaresini elinde tutana söz hakkı verilmesidir. Böylece, her toplantıdan önce öttürülen bu güzel deniz kabuğu, demokratça bir düzen içinde herkesin dilediği gibi konuşmasının, yani düşünce özgürlüğünün bir simgesi olur.
Bu deniz kabuğundan tüm adada duyulan bir ses çıkarabilenin doğuştan bir önder olduğunu sezmişçesine, çocuklar oy birliği ile Ralph’ı şef seçerler. Bu karara karşı çıkan tek kişi Jack’dır. Jack ile Ralph arasında iktidarı elde etme savaşı çıkmadan önce Ralph, Jack’ın etkileyici kişiliğine kapılır; onula dost olmak ister. Hızlı koşamadığı, kayalara çabuk tırmanamadığı için, Ralph, Domuzcuğa pek önem vermez ilkin. Ama olaylar geliştikçe, şefliğinin sorumluluğu altınca ezildikçe, Domuzcuğun değerini anlar. Kendisinin şef olduğunu ve Domuzcuğun hiçbir zaman şef olamayacağını bildiği halde, kafasını Domuzcuk gibi işletebilme yeteneğinden yoksun olduğunun farkındadır. işte bu yüzden Domuzcuk, Ralph’ın akıl hocası olur. Tek başına bir beyin takımı işini görür. Ralph şefliğinin sorumluluğunu artık taşıyamayacak kadar umutsuzluğa düşünce de, Domuzcuğun direnmesi ve ona destek olması sayesinde görevini sürdürür.
ilk toplantıda olumlu kararlar alınır. Gene domuzcuğun önerisiyle, sahilde barınaklar yapılması ve açıktan geçecek gemilere işaret vermek üzere, dağın tepesinde bir ateş yakılması kararlaştırılır. Hiçbir zaman sönmemesi gereken bu ateş, çocukların kurtuluş umudunun bir simgesi, bu ıssız adayla dünya arasında tek haberleşme aracıdır.
Zamanla tüm adaya egemen olan korku, altı – yedi yaşındaki küçüklerin önce yılan gibi şeyden sonra da bir canavardan yakınmalarıyla başlar. Kendi benliğinde de bir canavar gizlediği için, adada bir canavarın gizlenebileceğine aklı yatar Jack’ın. Domuzcuk, küçüklerin geceleri doğal olarak duydukları korkunun bir simgesi olan bu canavara inanmaz. O aydınlık kafasını işleterek, böyle hayal ürünü yaratıklardan değil, ancak insanlardan korkulması gerektiğini söyler. Ralph da canavara ilkin inanmaz. Ama bir süre sonra dağın doruğuna konan korkunç şeyi gecenin karanlığında kendi gözleriyle görünce, canavarın varlığını yadsıyamaz hale gelir.
Çocukların canavar sandıklar, ölü bir paraşütçüdür aslında. Şefliğinin sorumluluğu altında ezilen Ralph, büyüklerin dünyasından küçüklere yardım edebilecek, yol gösterebilecek bir işaret beklemişti.
Adanın üstünde bir hava savaşı sürüp gittiği sırada ışık saçan bir patlama olur; ta yükseklerden düşen ölü paraşütçü, çocukların tek umudu olan ateşin bir daha yakılmasını engellercesine, dağın doruğuna konar ve paraşüt rüzgârdan şiştikçe, ölü olan pilot canlıymış gibi hareket eder. Çocukların canavara inanmalarıyla birlikte, Jack ile Ralph arasındaki düşmanlık açığa çıkar. Şimdiye dek hep Ralph’ın öttürdüğü deniz kabuğu ile artık Jack çocukları toplantıya çağırır. Ralph’ı korkaklık açısından Domuzcuğa benzetmekle, gerçek bir şef olmamakla suçlayan Jack, bir hükümet darbesi yapıp iktidarı ele geçirmek için kıyasıya bir savaş verir.
Domuzcuk, kafasını işleterek dağın doruğunda canavardan ötürü yakılamayan ateşin kumsalda yakılmasını önermiştir ama, Jack ile kabilesi geceleyin barınaklara bir baskın yapıp Domuzcuğun tek camlı gözlüğünü çalarlar. Adada ateş yakmanın tek yolu da, Domuzcuğun gözlüğünün merceği ile kuru yaprakları tutuşturmak olduğu için, çocukların kurtuluş umudu olan ateş artık hiç yanmayacaktır; çünkü Jack, açıktan geçen gemilere işaret vermek için değil, ancak avladığı domuzları kızartabilmek için gözlüğü çalmıştır. Böylece çocuklar, korkularının ürünü olan canavarla birlikte, belki ölünceye dek bu adada kalacaklar.
Canavara inanmayan tek çocuk Simon’dur. Simon, insanları çok sevdiği halde, ara sıra tek başına kalabilmek için, ormanda gizli bir yer bulmuştur kendine. O gizli yerde Sineklerin Tanrısı ile karşılaşır günün birinde. Çocukların karabasanlarına giren canavar olduğunu açıklayan Sineklerin Tanrısı, çocuklar arasında ancak Simon’un gerçeği bildiğinin farkındadır. Çünkü ancak Simon canavarın çocukların içinde olduğunu, bundan ötürü hiçbir zaman öldürülemeyeceğini anlamıştır. Simon geri döner ve dağın doruğuna çıkmaya karar verir. Orada bir canavar olmadığını çoktan sezmiştir. Simon canavarı düşündükçe gözünün önüne bir insan geliyordu. Hem yiğit hem de hasta bir insan. Nitekim gecenin karanlığında, bitkin bir halde, düşe kalka dağa tırmanınca, canavar sanılan şeyin aslında ne olduğunu görür. Ölü pilot gülünç bir kukla gibi devinip durmasın diye, paraşütün çalılara ve kayalara takılmış olan iplerini çözer. Sonra durumu bildirmek için dağa iner.
O sırada korkunç bir fırtına patlak verir. Kapkaranlık gecede çakan şimşeklerden, gök gürültüsünden ödü kopan çocukları oyalamak için Jack çılgın bir dansa zorladı onları. Yürüyecek hali olmadığından emekleye emekleye ilerleyen Simon, ormandan çıkar. Tepedeki ölü adam diye bir şeyler anlatmaya çalışarak halkanın içine girer. Ve hem korkudan deliren, hem de yabansı bir öldürme hırsına kapılan çocuklar, canavarın olmadığını müjdelemeye gelen Simon’u canavar sanıp paramparça ederler. Simon’un ölümüyle birlikte güçlü bir rüzgâr ölü pilotun paraşütünü şişirir. Paraşüt dağın doruğundan havalanır, adanın üstünden uçar, ölüyü alıp okyanusa gömer.
Şafağın kısa süren serinliğinde, dört çocuk, eskiden ateşin yandığı kara lekenin çevresinde toplandılar. Ralph çömelip ateşi üfledi. Ralph’ın soluğu kurşuni renkli tüy gibi külleri şuraya buraya savurdu, ama küllerin arasında tek kıvılcım yoktu. Arkadaşlarına hep birlikte üflemeyi önerdi. Hep birlikte ateşi üflemeye başladılar. Duman gittikçe çoğalıyordu. Aradan iki gün geçmişti, umutlar gitgide tükeniyordu.
Ralph sendeleyerek ayağa kalktı, başını kaldırdı. Siperli kocaman bir kasket gördü. Kasket beyazdı ve yeşil siperliğin üstünde bir taç, bir çapa altın renkli dallar vardı. Beyaz denizci giysisini, apoletleri, üniformanın önündeki sıra sıra yıldızlı düğmeleri gördü. Bir deniz subayı, kumda durmuş, başını eğmiş, hem tetikte hem de hayretle Ralph’e bakıyordu.
-Aranızda yetişkinler yani büyükler var mı diye sordu.
Ralph konuşamadı başıyla hayır dedi.
-Subay neşeli bir yüzle Ralph’e dumanınızı gördük dedi, kaç kişisiniz diye sordu.
-Ralph kafasını sallayarak bilmiyorum dedi ve sessizce subaya baktı. Ralph’ın gözlerinden yaşlar boşandı, hıçkıra hıçkıra, titreye titreye ağladı. Buraya geleli ilk kez kendini koyuveriyor ağlıyordu. Ralph’ın acısı, öteki çocuklara da geçti; onlarda titremeye, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladılar. Ve çocuklar arasında Ralph, kirli bedeni, karmakarışık saçları, silinmemiş burnuyla, çocukluk döneminin bitmesine, insan yüreğinin karanlığına ve Domuzcuk denilen o gerçek, o akıllı arkadaşın havalara uçup ölmesine ağladı.
Bu gürültülerin arasında kalan subay, duygulanmış, ne yapacağını da biraz şaşırmıştı. Çocuklar toparlanmaya vakit bulsun diye, sırtını çevirdi; uzaktaki biçimli kruvazöre bakarak bekledi.
---SON---SON---
Tümünü Göster