-
76.
0iki gündür depodaydık. Açıkçası burada hayat güzeldi. Kahvaltı ve akşam yemeği için hep beraber yemekhaneye dönüştürdükleri bir yere iniyorduk. Zemin ve bütün duvarlar gri metalden yapılmıştı, son derece güvende hissettiriyordu. Dışarıya yemek bulmak için giden gruptaki 3 kişi hala geri dönmemişlerdi. Onların gitmesi ve bizim gelmemizle sayıları 27'ye çıkmıştı. Depo çok büyüktü. Salgının başlamasından önce burada ne vardı tam olarakTümünü Göster
bilmiyordum ama kalan kişiler için 50'ye yakın yatak, yastık ve yorgan vardı. Küçük çekmeceli dolaplar, eski çalışma masaları da odalara yerleştirilmişti. Çlftikteki lükse alışmış olabilirdim ama artık oraya dönemezdik. Çok tehlikeliydi. Ayrıca, depo da yeri gelince lüks sayılabilirdi. Lüks bir... hapisane mesela. Bize boş odalardan iki tanesini vermişlerdi. Birinde Özgür, Alp ve Elena kalırken diğerine de Kemal'le ben yerleşmiştik. Çok fazla eşyamız kalmamıştı. Birkaç parça giysimiz vardı sadece. insanların çoğu bize iyi davranıyordu. Caner bizi birkaç kişiyle tanıştırmıştı. Hepsi Ozan ve diğer orta yaşlı olan Turgut gibi değillerdi. Belki başkaları da bizi istemiyordu ama en azından onlar gibi yüzümüze söyleyen olmamıştı. 50'lerinin başında olan bir kadın dün öğlen odamıza geldi ve kirli çamaşırımız olup olmadığını sordu. Sonradan öğrendiğime göre adı Çiçek'ti ve çamaşır-bulaşık yıkama işlerine bakıyordu. Depoda belli bir yaşa gelen herkese farklı farklı görevler
vermişlerdi. Biz şimdilik sadece "Dışarıya Çıkmaya Gönüllü Olan Takım"dık. Ve insanlar bunu çok büyük bir cesaret göstergesi olarak görüyorlardı. Burada yaşayan küçük çocuklar da vardı. Hatta ufak Ada daha 2 yaşındaydı ve salgın başladığından beri aynı Özgür'ün Alp'e yaptığı gibi onu evlat edinen aileyle birlikte kalıyordu. Sema ve Cenk 30
yaşlarında yeni evli bir çiftti. Salgından birlikte kurtulmayı başarıp bebek arabasında ağlamakta olan Ada'yı da yanlarına almışlardı. Sabah kahvaltıda yanımıza oturan Sema, bütün olayı ayrıntılarıyla-fazladan ayrıntılarıyla anlatmıştı hepimize.
"... Elime telefonu alıp Cenk'i aramaya çalıştım ama ne cep telefonu ne de iş telefonu cevap veriyordu. Sonra kapı çaldı, açsam mı açmasam mı bilemedim. Eh bilirsiniz, ev hanımıyım. Öyle zırt pırt kapım çalmaz. Aslında mutluyumdur ben evde yalnız olmaya. Şikayetim yoktu yani. Ama güzel de bir kızım olsa fena olmaz diye düşünüyorum. Yalnızlık çekmeyeyim diye. Neyse işte şaşırdım tabi. Hem de televizyonlar da telefonlar da çalışmıyor yani. Eşimin gelmesi için de erken. Nasıl korktum nasıl korktum. Ben de aldım elime tencereyi tavayı, kapının yanına geçtim ve çekip açtım. Giren adamı göremedim önce, paralamışım biraz kocacığımı. Halbuki sağdan soldan o yaratıklardan çıkmaya başlayınca kocacığım atlamış arabasına evine gelmiş karısını kurtarmaya. Sonra ben bir iki parça bir şey aldım yanımıza, arabaya bindik ama ne fayda! Etrafımızı sarmışlar. Yerler et parçaları, insan organlarıyla doluydu. Ben hayatımda böyle çirkin bir sahne görmedim. Biz daha sokaktan çıkamadan inmek zorunda kaldık. Koştuk biraz, sonra bir de ne görsek? Kırmızı bir
bebek arabası. Merdivenin üstünde kalmış, tabi yaratıklar ulaşamamış oraya. Gittik kurtardık yavrucağı. Durmadan ağlıyordu. Kucağıma alıp sarıldım, inanmazsınız ama sustu o an... " "Hikayenin devdıbını da dinlemek isterdik Sema'cığım ama bizim gitmemiz lazım artık. Bugün dışarı çıkacağımız gün." dedi ve hayatımızı kurtardı Kemal. Yine.
Sema biraz kırıldı fakat bozuntuya vermedi. Zaten Ada'ya yemek zütürmesi gerektiğini söyledi ve masadan kalktı. Biz de ayağa kalktık. Elena ve Alp bizimle vedalaştıktan sonra odalarına gittiler. Özgür yanıma geldi ve koluma dokundu:
"Hayatta kalacağız."
"Söz."
Elini tuttum ama nerede olduğumuza dikkat etmemiştim. Bu halimizi Kemal'in gördüğünü fark ettim. Birbirine kenetlenmiş ellerimize baktı. Hemen çektim.
"Hadi, gitmemiz lazım." dedi Kemal. Yemekhaneden çıkarken Mustafa amca bana selam çaktı. O, 67 yaşında emekli bir denizciydi. Ve depodaki en yaşlı kişiydi. Bana dışarının durumunu sormuştu. Anlattığım korkunç şeyler karşısında
"Yine mi en güvenli yer okyanus?" demişti. "Bıktım bu okyanustan."
Bora abinin odasına doğru yürüdük. Attığım her adım beni daha çok korkutuyordu. Dışarda olmak eğer bir aracınız varsa çok da zor değildi. Hızlıca ilerleyebilir, zorda kalırsanız aylakları arabanızla ezebilirdiniz. Oysa depodaki tek araç minivandı ve onun kullanıp kullanılmayacağına da Bora abi karar veriyordu. Dönmeme şansımız olduğu zamanlar
minivanı yanımıza almamıza izin vermediğini söyledi. Haklı olduğu yerler vardı, giden gruptaki Salih, Berkay ve Cemre geri dönmemişler, dönememişlerdi. Bu durumda minivan da onlarla kalabilirdi. Ama yakınlardaki yiyeceklerin hepsi tükendiği için uzun mesafeyi koşmamız gerekiyordu, ki bu da çok zor ve tehlikeliydi. Arabasız her şey daha zor olacaktı.
Ayrıca, o kadar uzağa hiç gitmemiştik. O tarafta ne olduğunu bilmiyorduk. Belki de bunların binler, on binlercesi vardı. Ve keşfetmek zorunda olan bizdik; ben, Kemal ve Özgür.
Böyle bir durumda Özgür'ün yakınımda olması avantaj mı yoksa dezavantaj mıydı bilemiyorum. Onun bu kadar tehlikeli bir yerde bulunması yerine depoda güvende olmasını isterdim. Ama yakınımda olması da bana moral veriyordu. Zaten burada kal desem de kalmazdı ki. Toplantı odasına girdik. Ozan ve Bora masaya oturmuş bir şeyler konuşuyorlardı. Caner ve Turgut ortada yoktu. Her zaman peşimizde gereksizce dolaşan Caner bey şimdi nerelerdeydi acaba?
"Hoşgeldin takım!" dedi Bora kollarını açıp. Ses tonu ve bakışları bile "Burası benim, hepiniz bana aitsiniz ve dediklerimi yapmak zorundasınız. Yoksa ölürsünüz." diyordu. Bunu dile getirmesine gerek yoktu. Gülümsese ve canayakın davransa bile orada kimin patron olduğunu göstermekten çekinmiyordu.
"Hazır mısınız?"
"Her zaman." dedi Kemal tüfeğini omzuna takarken.
"Kendinize dikkat edin ve lütfen geri dönün." diye öğütledi Bora. Aynı askere gidiyormuş gibi hissettim, ki askerliğimi daha yapmamıştım. Üniversite yüzünden ertelemek zorunda kalmıştım çünkü. Ama bu olayda da dönmemek vardı. Ozan bizimle kapıya doğru yürürken ellerimize birkaç kağıt tutuşturdu ve ne olduklarını açıkladı:
"Bunlar bu mahalleyi bilenler tarafından çıkarılmış ve doğruluk payı yüksek olan haritalar. Çok uzak mesafeleri göstermiyor ve bazı yerler yanlış olabilir ama yine de size yardım edebilecek her şeye ihtiyacınız var çünkü Bora da ben de geri dönme ihtimaliniz olduğunu sanmıyoruz." Cümlesini bitirir bitirmez onu boğazına yapıştığım gibi duvara ittim.
"Sen neden bahsediyorsun bin herif?"
"Savaş sakin ol." Kemal'in bana dokunan elini sertçe itip Ozan'ı sarsmaya devam ettim. Ozan geri çekilmeye ya da kendini kurtarmaya çalışmıyordu. Tam tersi, yüzüme iyice yaklaştı ve gözlerime baktı:
"Salih bile dönememişken, şu cılız bedenin ve küçücük kız arkadaşınla hayatta kalabileceğinizi mi sanıyorsunuz?" dedi. Kafasını duvara vurdum. Dediklerinin bir kısmının doğru olduğunu biliyordum ama onun da bilmediği şeyler vardı. Biz de güçlüydük. Ama bu yeterli miydi? Ellerimi gevşetip Ozan'la göz temasını kesmeden onu serbest bıraktım.
"Arkadaşlarınızı getireceğim."
---
Her şeyimizi kontrol edip kapıdan çıktık. Konserve yiyecekler ve birkaç sandviç almıştık yanımıza. Bize ait olan kurşunumuz azalmıştı ama Bora ve denizcilerin kralı Mustafa amca bize kendi silahlarından kurşun vermişlerdi. Dış kapıdan çıktık ve kendimizi ıssız sokağın ortasında bulduk. Bir süre kimse konuşmadı. Birbirimize bakıyorduk. Sevdiklerimizi korumak için ortaya atlamıştık fakat şimdi kimse ne yapacağını bilmiyordu. Özellikle Ozan tarafından gerçekler yüzümüze söylendikten sonra moralimiz yerlerdeydi. Özgür'le gözgöze geldiğimizde onun da aynı şeyleri düşündüğünü anladım. Ve bir anda bizi kurtaran bir ses duyuldu.
Caner minivana atlamış tam da önümüzde durmuştu. Camı açtı. Herkes şok geçirirken Özgür şaşkınlığını gizleyemedi:"Ne yapıyorsun burada?"
Caner iki elini yana açtı ve cevap verdi:
"Minivanı Bora abiden çalıyorum." dedi ve bir düğmeye basıp arka kapıyı açtı.
"Atlayın."
başlık yok! burası bom boş!