/i/Ben

Kendini ifade et !
  1. 1.
    +30 -6
    bir iki gün kala mutlaka çarşıya çıkılmalıydı çocuk aklımca. o yeni kıyafetler, kıyafetlerin kokusu burnuma değmeliydi. bir keresinde bir şey alınmadı. benim için artık ne bayramın ne de yiyeceğim sekerlerin bir anlamı kaldı.

    “hıh… sanki aynı kıyafetlerle bayrama mi girilirmiş?”

    girilirdi tabi, girilmez miydi? ama sen gel onu bir çocuğun hayallerine anlat. zanaatın en zorundandır bu.

    erken kalkmanın payını bir tarafa koyarsak günler, hele o ilk gün hep daha uzun geçerdi benim için. aslında rota hep aynı. önce dedemlere gidilecek, ardından halalar, amcalar toplanacak ve beraberce çıkılacak mezarlıklara. çıkılacak diyorum… Adana'da çıkılmadan gidebilecek bir yer var mıdır meydan civarından başka? gidilecek ya da dönülecek yerler için ya inilecektir denir ya da çıkılacaktır hep...

    “dedem en çok beni tutuyor.” diye düşünürdüm torunlar arasındayken. hep en çok harçlık bana verilirdi. ya gerçekten veriliyordu ya da ben öyle sanıyordum. gidip ne mi alırdım bu harçlıklarla? lazlıktan mıdır nedir; bazen çikolata, hep istenmiş ama alınamamış oyuncaklar... hele bayram günü de açıksa o yer, koşarak gidip daha annemler günün hasılatını sormadan hemen alıverirdim günlerce hayalini kurduğum ne varsa.

    “ne işi olur bir çocuğun o kadar para cebinde? bak burada saklıyorum paranı. ileride bir şey alırız sana onunla.”

    baklavalar, börekler, çikolatalar ki karesinin, yuvarlağının, üçgeninin hep ayrı bir tadı olurdu sanki, tadılırdı her ziyaret edilen evde. kilo alma derdi de yoktu o zamanlar. beğenilmeyenler cebe, beğenilenlerse hemen mideye inerdi.

    çocuktum ve hep özeldi benim için bayram sabahları. hep heyecanlı kalkardım. daha farklı bakardım çevreme hep, isteklerim daha da farklı olurdu sanki.

    ev halkı bayramlaşmak için önce babanın gelmesini beklerdi bayram namazından. ilk onun bayramı kutlanılırdı. sanki gün baba eli öptükten sonra başlardı ya da çocukluk akli iste en azından ben öyle düşünürdüm...

    “hadi oğlum bayramın kutlu olsun... senin de babacım... ”
    “al bakalım bu ilk harçlığın olsun.”
    “ama baba, ben büyüdüm artık! ne parası.”

    bayram sabahı en sıcağından önce anne kucaklanır, sonrasında da kardeşler. yapmayanınız var mıdır bilmiyorum ama, benden küçüklere el öptürürdüm hep harçlık vermek için onlara... “hadi öp elimi, öpersen para vericem” öyle mutlu olurdum ki para verirken... “artık büyüdüm ya, harçlık bile veriyorum işte”

    hele kahvaltı… offf offf… ramazan bitince olunca kahvaltıda hep sıcacık bir trabzon ekmeği -ki bakkaldan alınmaz hiç doğruca fırından alınmalı- yanında da bir ay boyunca özlemini duyduğumuz kahvaltılıklar olurdu ve "sabah vakti" yenirdi. fırından alınan ekmek o kadar sıcak olurdu ki, ona sarılan bir gazete kağıdı yetmezdi elleri korumak için. kaç kez kucağıma dayayarak eve getirdim ekmeği ellerim yanmasın diye. ama o sıcaklıkta bile eve ulaşmadan ekmeğin “guduk” kısmını yeme telaşı hep bir yerimde saklı olurdu. hiç hatırlamam ekmek aldığımı fırından ki sıcacık olsun ve parçalanmadan eve gidebilsin.

    bugün ile karsılaştırma yapmak için yazmadım bu anılarımı. elbette değişen şeyler olacaktır. değişmeyen ne var ki günümüzde? eskiden bulduğumuz tatları tamamıyla asla bulamayız zaten. ama ben inanıyorum ve inanmak istiyorum ki çocukların çoğu yine aynı ya da benzer tada yakın hissediyor kendini ve o tatla yaşıyor bayramları yine.

    yaşamın en güzel anıları, hep çocukluktan çıktı ve de hep çıkacak sanırım
    ···
   tümünü göster