+32
Üvey babam temellerinden sökülmüş, devrilmiş bir gökdelen gibiydi. Bir insanın o denli yaşlı görünebileceğini düşünmemiştim o ana kadar. Odasına çekileceğini söyledi, omzumu sıktı; ve merdivenin basamaklarının gıcırtıları, büyük, eski saatimizin tıkırtısı, ve odadaki gerginliğin kulak zarlarımıza üflediği, karatahtaya sürtülen bin tırnak sesini aratmayan hissinden oluşan korkunç kakafoni eşliğinde kayboldu gözden.
“Annemin neyi var tam olarak?” diye sordum kardeşime.
“Çok nadir bir şeymiş. Milyonda bir mi ne görülüyormuş, tam hatırlamıyorum.” diye söze başladı.
Annemin tatilden döndüğünden beri tuhaf davrandığını, paranoyaklaştığını anlattı kardeşim. Bazen gözlerini dikip kendisini ve üvey babamı dikkatlice seyrettiği oluyormuş. Durduk yere, hiç beklemedikleri anlarda geçmişleri, hatıraları ile ilgili anılar, garip garip detaylar soruveriyor, doğru cevaplar almasına rağmen kabul etmiyormuş. Bir gün üvey babama; “-Senin o olmadığını biliyorum.” demiş. Daha sonra sorulduğunda ise, konuyla ilgili hiçbir suale yanıt vermeyip, içine kapanmış gittikçe. Üvey babamın başka birisi olduğuna inanıyormuş; tıpkı ona benzeyen, bire bir aynısı, fakat başka bir insan.
“-Tıpta 'Capgras Sendromu’ diye geçiyor dedi doktor.” diye ekledi kardeşim.
Kar yağıyordu, hatırlıyorum. “Ölmesini tercih eder miydim?” diye düşünüyordum, parmaklarımla ellerimi düğümleyerek otururken o kanepede. Gidip göremedim annemi, ne ile karşı karşıya geleceğimden öyle korkuyordum ki. Gözlerimi kırptım, ve iki ufak nehir baş gösterdi yanaklarımda. Dudaklarımın kenarlarına süzülüp, dudaklarımın birleştiği çizginin oluşturduğu küçük vadiye doluştular. Derin bir nefes aldım, ağzımda tuz tadı vardı.