-
1.
+134 -719 yıl süren mutlu evliliklerinin ardından babamı zamansızca kaybettiğinde, annemin bir daha toparlanamayacağından korkuyordum. Bazı günler olurdu, odasından çıkmaz, yemek dahi yemezdi. Mutluluğu için endişelenmeyi bırakıp akıl sağlığı için, son olarak da hayatı için endişelenmeye başlamıştık kardeşimle. Durumu gittikçe kötüleşiyor, tabağında bıraktığı yemek artıkları gittikçe fazlalaşıyordu; sigarasının filtresinin hep daha fazlasını içiyordu, o küçük tütün çubuklarından dumandan çok daha fazlasını çekmek istiyordu sanki.
Kadın gözlerimizin önünde eriyip gidiyordu adeta. Üniversiteyi her ne kadar anneme yakın olabilmek, onun yanında olabilmek adına aynı şehirde kazanmaya çalıştıysam da olmadı, uzak bir şehre yerleştim. Okulumun ilk yıllarında annemin gidişatı her zamanki gibi kötü yöndeydi, artık içinde yaşama isteğini barındıran yorgun kalbi son damlalarını akıtan bir serum torbası gibiydi; büzülüp, içe doğru buruşup kuruması an meselesiydi. Kardeşim annemi yalnız bırakamadığı için üniversiteye dahi gidememişti. Çaresizliği annemin mutsuzluğuyla yarışabilirdi, hissedebiliyordum.
Üniversitede ikinci yılımdı. Bir gün odamda televizyon izlerken telefonum çaldı, arayan kardeşimdi. Kardeşime ait heyecanlı ses, annemin evleneceği haberini verdi bana. Şaşırdım, o kadar şaşırdım ki arayanın gerçekten de kardeşim olduğuna inanamayıp telefonumun ekranındaki ismi kontrol ettim, tekrar tekrar teyit ettirdim. Birden nereden çıkmıştı bu şimdi? inanmayışım o kadar kuvvetliydi ki kulak çeperime dayanmış küçük hoparlördeki ses artık sıkılıp;
“-inanmıyorsan gel, gör. Hem tanışmış olursunuz, annem de çok istiyor seni görmeyi.” dedi.
Birkaç gün sonrasında sınavlarım olmasına rağmen hiç düşünmeden, o an gerekli eşyalarımı ufak bir sırt çantasına doldurup ilk otobüse bindim. Yolculuk boyunca bu adamın nereden çıktığını, daha önce neden hiç bana kendisinden bahsedilmediğini, nasıl biri olduğunu merak edip, evlenmelerindeki bu acelenin sebebini anlamaya çalıştıysam da; altı saatlik otobüs yolculuğumun sonunda sorularım hala kafamda şehrin kötü bir bölgesinin ıslak, karanlık, pis bir sokağındaki bir pavyonun kırmızı-pembe neon tabelası gibi yanıp sönüyorlardı.
başlık yok! burası bom boş!