+1
o gece birkaç kez daha öpüşmek zorunda kaldık. biz öpüşürken ağabeyde gereksiz bir sevinç, sevgilimde buruk bakışlar, arkadaşımda şaşkınlık bende de hissizlik hakimdi. o gece odaya beraber girdiğimizde yatağa uzandık. neredeyse bana sokulsa, beni öpse, hareket edemeyecek kadar uyuşuktum. sanki duygularım hissetme duyuma felç indirmişti. sevgilimden başka her şeye duyarsızlaşmıştım. arkadaşım yanıma sokuldu. kulağıma eğildi. "sana hissettiklerim için her geçen an ne kadar doğru şeyler hissettiğimi daha iyi anlıyorum ve sana acıyorum" dedi. "niye acıyorsun ki" dedim. "hiçbir şey sandığın gibi değil" dedi ve "aptalsın" dedi. garip gelmişti. üsteledim, söylemesini ve konuyu açmasını söyledim. söyleyemeyeceğini söyledi. sonra ısrarım artınca "gerçekten aptalsın, ama bu kadar sevmesen bu kadar kör olmazdın, seni suçlayamam" dedi. iyice kanım donmuştu. ne düşüneceğimi bilmiyordum ama çok kötü şeyler olacağını seziyordum. dizlerim titredi. yalvardım ne olduğunu söylememesi için. ama içimden bir ses, yüreğimden bir ağıt kötü bir şey söylememesi için yalvarıyordu. bunu çok iyi biliyorum. "o ağabeyi değil" dedi. konuşamadım, bir şey diyemedim. kalp atışlarımın hızından başım dönmeye başlamıştı. yalan olmasını umuyordum ama bir şekilde emin olmam lazımdı. birkaç dakika kendime gelemedim. gördüğüm şeyler net değildi, aldığım nefes nefes değildi, bedenimde duran ben değil, yaşadığım yer dünya değildi. sonra yavaş yavaş kendime geldim. takatsizdim, titriyordum. "doğru mu" dedim. "maalesef doğru, bunları hiç hak etmiyorsun, sana yaklaşırken senden faydalanmak için değil, hiç farkında olmadığın acılarına acıdığım için o kadar rahattım" dedi. saygı duydum, kızdım, burkuldum, üzüldüm, kızdım, kanım dondu, hiddetlendim... sonra kalktım yerimden ve bir hışımla sevgilimin odasına girdim.
ağabeyi olması gereken kişi yerde yatmıyordu. sevgilimin yatağında idi. sevişiyorlardı. meğer onca zaman aldatılmışım hem de göz göre göre. hayatım boyu öyle bir acı yaşamadım, zamanlar boyu öyle bir acı yaşanabileceğini düşünmedim! kopsa dünya yerinden, altında kalsam, sonra yaksalar beni, oysalar içimi, ayırsalar her hücremi, yine de öyle bir acı yaşamazdım sanırım. hani söylenecek çok şey vardır, yapılması gereken çok şey; nefreti boşaltmak için kırılacak, öldürülecek, yakılacak şeyler vardır... hepsinin hıncını duyup da kılını bile kıpırdatamamaktı hissettiğim. öylesine alevli, öylesine yüklü, öylesine taşkın ama böylesine bezgin, yılmış ve çaresizdim. sadece yorganı çektiler üstlerine. beni izlediler. o halimi. acıdılar mı, korktular mı, güldüler mi bilmiyorum. gördüğüm şey hiçliğin ta kendisiydi. bulanık bir resim, içinde yanan hayallerim, umutlarım; dışında ahlarım eyvahlarım ve yamacında ben. dünya yıkılsa da üstüme, kahrolası bedenimle tüm acılarla ölmeyi beceremeyip her hücresi kanarken nefes alabilen yine ben...
o günden sonra hiçbirini hiçbir yerde hiçbir zaman görmedim. görmeye de niyetlenmedim. bir köşede bir küçük resim var: gözleri oyulmuş, tümü buruşmuş, boyaları karışmış... baktıkça hüznüme, bir zamanlar yaşattığım iyilikleri anarım. şimdiyse kim oldum ona şaşarım.
Tümünü Göster