-
1.
+6 -3Osmanlı devletini kuran, başlangıcından sonuna kadar her türlü zahmetini, eziyetini çekip, uğrunda can verip kan akıtarak, her türlü maddi ve manevi fedakarlıklarla asırlarca onu omzundan taşıyan, zaferlerin gerçek sahibi, yenilgili ve hicranlı günlerin masum ve mazlum tebaası özbe öz Türk halkıdır.
Ne var ki aynı sözleri, padişahların büyük çoğunluğu, sadrazamların, vezir, ümera ve ulemanın, Saray ve Enderun aristokrasisinin, kapıkulu taifesinin pek büyük bir çoğunluğu için söylemek mümkün değildir. Bu tanıma giren zümrede hiç bir gün ve zaman Türklük ruhu ve mensubiyet duygusu belirmemiş, ifade olunmamıştır. Özellikle Fatih'ten sonra ben Türküm diyen bir padişah sesi duyulmamıştır. Bu aristokrat zümre Türk halkını yalnız can, kan ve mal vergileri için hatırlamışlar, onun dışında Türk olmayı bir hakaret aşağılama ve utanç vesilesi saymışlardır.
Osmanlı idaresinde Türk halkı, bir millet ruhu ve şuuru ile beslenmemiş, Arapların imtiyazlı bulunduğu,bir ümmet kişiliksizliğinde eriyip gitmiştir.
Yavuz Sultan Selim'in halifeliği devr aldığı 1517'den itibaren Araplar Osmanlı imparatorluğu'nun göz bebeği sayılmışlardır. Peygamber'in Arap olması nedeni ile islam Dinine olan derin saygı ve bağlılığın bir işareti olarak Arap Kavmine Kavm-i Necip (asil kavim), Araplara da Nesl-i Necip denilmiştir. Daima, devletin has ve öz evladı olan Türklerin önünde ve baş üstünde taşınmışlar, askerlik ve vergiden muaf tutulmuşlardır. Bütün Osmanlı hayatı boyunca Arapların bu üstün ve gözde durumları devam etmiştir.
Abdülhamit geleneksel Osmanlı zihniyet ve siyasetini daha belirgin bir hale getirerek, Araplara son derece yakınlık gösteren ve güven duyan bir tutum göstermiştir. Sadaret makdıbına getirdiği Tunuslu Hayreddin Paşa, Arap olmakla beraber, Arap kültürüyle yetiştiği için Türkçe bilmezdi. Saraydan kendisine yazılan yazılar Arapça yazılır, Türkçe'ye tercüme edilirdi. Devletin resmi dilinin bile Arapça'ya çevrilmesi düşünülmüş mukavemet görülünce vazgeçilmişti. Devlet yıllıklarında imparatorluğun vilayetlerinin sıralamasında Edirne ilinden başlanılmakta iken, Abdülhamit Hicaz vilayetini başa geçirmiş, arkasından bütün arap vilayetleri, birinci sınıf vilayetler sayılmış ,buraların valilerine diğerlerinden farklı ve daha fazla maaş verilmiştir.
Bu konuda Hüsnü Merdanlıoğlu'nun Atatürkçü Düşünce'nin evrenselliği adlı eserinde yazdıkları çok ilgintir; ''Bütün kadın sultanlar, bütün padişah anaları, hep yabancı ırklardan alınan köle kadınlardan geldiler. Hanedan da bu kan yabancılığı Osmanlı imparatorluğu'nun son padişahına kadar devam etti. Henüz kuruluş dönemi olan 1466 yılında yapılan bir derlemede,Türk iti şehre gelince farsice ürür! denilmektedir.
Yine bir Osmanlı şairi olan Nef'i ise Tanrı, Türke irfan çeşmesini yasaklamıştır demiştir.
Divan-ı Hümayun yazarlarından Hafız Ahmet Çelebi 1499 yılında yazdığı şiirinde Babanda olsa Türkü öldür nakaratını kullanmakta,
''Sakın Türkü insan sanma
Bir an bile olsa Türkle birlikte olma.
Türk eline şeker alsa o şeker zehir olur.
Türk'ün başını keserken sakın gam yeme.
Baban da olsa Türkü öldür.
Fatih Sultan Mehmet bile, Otlukbeli savaşından dönerken, elinde bıçak olan birisine ne yaptığını sorduğunda öldürülen Türkmenlerin kulaklarını keserek küpelerini topladığını öğrenmiş veişine devam et'' demiştir.
Kısacası Osmanlıda Türk Düşmanlığı BELiRLi KiSiLERDEN SONRA gorulmeye baslanmis ve Osmanlının yıkılışında cok buyuk etkendir.
başlık yok! burası bom boş!