/i/Başıma Geldi

Hayatta başınıza gelenlerden ibaret değil midir?
  1. 1.
    -1
    Evet beyler herkesin geceleri duydugu sesler vardir. insanın hayatı boyunca unutamayacağı olaylara sebebiyet verebilen seslerdir. gece yarısından sonra, merdiven ışıkları yanmamasına rağmen birileri sürekli aşağı inip, yukarı çıkıyordu. kapının deliğinden baktığım zaman kimseyi göremiyordum ama sürekli tıkır tıkır sesler geliyordu. komşular ile bu konuyu konuştum, emekli albay kontenjanından birisi dev bir fare olabileceğini ileri sürdü, 1.5 metrelik fare gördüğünü belirterek tezini güçlendirdi. diğer teyzeler ise aynı sesi kendilerinin de duyduğunu fakat kapıyı açıp kim olduğuna bakmaya korktuklarını belirttiler.

    binayı anlatmak gerekirse, bu tarz değişik olaylar için biçilmiş kaftan. muhtemelen istanbul'un ilk 4-5 katlı binalarından birisi, sürgülü asansörü var, blok blok ilerleyen mermerler ufak bir hükümet konağı havası veriyor, merdivenlerin kenarındaki trabzanlar 90-95 yıllık, mükemmel bir bina. böylesine bir binada sadece sessizce yürümek bile yeterince görkemli ve korkunçken, sabahın alacakaranlığında merdivende ışıkları yakmadan yürüyen birileri, işleri çıldırtıcı boyutlara getiriyordu. sesleri iki-üç akşamda bir duyuyordum, iki geceden beri rahatça uykumu almıştım. üçüncü gece mermer kolonların akustiği ile kafamın içerisinde yürüyen kişilerin beni uyandırmasını istemiyordum ve gerçekten korkmuştum. belki kapıyı açıp, kimsiniz kardeşim yahu diye bağırsam, geceleri buluşan iki genç sevgili ile yada binada oturan bir mit ajanı ile karşılabilirdim ama o kapıyı kimse açamazdı. öğleden sonra 3 gibi uyuyup, akşam 9 gibi kalktığımdan, erken bir saatte uyumam imkansızdı

    . bir arkadaşım ile sözleştim, yaptığım plana göre gece 5'e kadar onunla oturup, sabahın ilk ışıklarına kadar eve gelmeyecektim. üstümü giyindim, ışıkları söndürdüm, dışarı çıkıp kapıyı kapatacakken bir gariplik olduğunu fark ettim. içeri girdim, kapıyı kapattım ve bekledim, binanın ışıkları söndü. kapıyı açtım, dışarı çıktım ve binanın ışıkları yandı, apartmanda sensörlü sistem vardı, ben taşındığımdan beri bir kere ışığa basmamıştım, hep kendiğinden yanardı. yeni fark ettiğim bu durum beni hem korkuttu, hemde hızlı adımlarla apartmandan dışarı fırladım, kapıyı kitlemişmiydim hatırlamıyorum bile... arkadaşımla yemek yedikten sonra, geceleri binada birilerinin yürüdüğünü, sensörlü sistem olmasına rağmen ışıkların yanmadığını anlattım. bina ilk yapılırken, temeline atılan cesetler, karanlıkta yürüyordur dedi, pekekent. zaten geceleri yatağımda titreyerek uyuyorum, bina desen korku filmi konseptine uyuyor. komşuların zaten içi geçmiş, emekli tapu kadastro memurları lojmanında yaş ortalaması daha yüksektir, aralarından bir kaçı zombi bile olabilir, adam kalkmış senaryo yazıyor, amcık. o gece sabaha kadar olayın geyiğini yaptıktan sonra, gün ışıyınca eve gidip uyuduk. öğlene doğru kalktım, arkadaşımı uyandırmadım. binayı gezmeye başladım, komşuların bina boşluğuna bakan camlara koydukları saksılardaki çiçekler açmıştı, tepeden vuran güneş ile bina, aydınlanma çağı tablolarını aratmayacak güzellikte huzur veriyordu. 22 saat gündüz olan bir şehirde yaşasaydım, karanlık olan 2 saatte uyumayıp, aydınlıkta bu eşsiz güzellikteki binanın tadını çıkarabilirdim ama strangers in the night modunda yaşamak beni çıldırtacaktı.

    apartmanın işleri ile ilgilenen asiye hanımı aradım, geldi. binanın otomatik ışığının sürekli yanması gerektiğini, bir kaç gece sürekli ışıkları yakmasını söyledim. yöneticiye soralım dese de, elektrik panosundaki düğmeye bastırttım, ışıklar artık sürekli yanıyordu. eve geldim, sipariş ettiğimiz yemekleri yerken arkadaşım denen hain huur halen senaryo yazmaya devam ediyordu, bilinen bütün klişe senaryoları anlattıktan sonra 3. sınıf uzakdoğu korku filmlerini dahi yaşadığım binaya uyarlama çirkefliğini sergiliyordu. arkadaşım gittikten sonra, günlerdir yapamadığım işlerimi yapmak için bütün öğleden sonra bilgisayar başındaydım. kapının gözünden baktığımda gündüz ki, ışıl ışıl, yaşlı teyzelerin çiçeklerle süslediği, komşuların birbirine kek zütürdüğü o sevimli bina gitmiş, ork sürülerini bekleyen minas trith havasına bürünmüştü. o gece, o merdivenlerden yürüyecek kim olursa olsun, tanıdık birileri olması için dua ediyordum. hayatını akerdeon çalarak rum meyhanelerinde geçirmiş, geçen aylarda ölen 92 yaşındaki adam bile o merdivenlerden yürüse kapıyı açıp işgal altındaki istanbul'u anlat, eski pera günlerini anlat bey amca diye eline öpecektim. saatler geçiyor ve benim uykum geliyordu, efsanevi chealsea-barcelona maçları oynanmasına rağmen ekrana öylesine bakıyordum. ronaldinho'nun tarihe geçen golünü görüp, fazla strese dayanamayıp uyuya kalmıştım. öylesine tatlı uyuyordum ki, açık bırakılan bina ışıklarını dahi unutmuştum.

    yatağıma geçecekken yürüyen birilerini duydum, cesaretimi toplayıp kapıya doğru sessizce yürüdüm, gözümü deliğe dayadım. en aşağı katta olduklarını tahmin ediyordum, sesler yavaşça yaklaşıyordu. o anda zamanı geriye sarıp, bu bina yerine sıradan bir sitede oturmayı istedim. o zaman, bu deliliği yaşıyor olmak zorunda olmazdım. aşağıdan neyin geleceğini asla bilemezdim, belki komşumdu, belki gerçekten binanın temelinde yatan cesetlerin ruhları. karanlıkta yürüyen kişiler olmak zorunda da değillerdi, tesadüfen bu gece geç gelmiş birileri olabilirdi. sesler iyice yaklaşmıştı, benim önümden geçmelerine saniyeler kalmıştı, tık tok, tık tok geldiler, önümdelerdi. el ele tutuşmuş iki tane çocuk sallana sallana yürüyorlardı. belki birilerinin çocuklarıydı, belki de hagibtir artık ya. kapıyı açtım, karşımda sıradan, muzip iki tane çocuk vardı. bana baktılar, gecenin o saatinde orada olmaları çok normalmiş gibi yürüyüp geçtiler. bir dakika, sizin anneniz, babanız yok mu dememe rağmen, başka bir dil konuşuyormuşçasına üst kata çıktılar. artık delirmiştim, gerekirse çocukları döve döve kim olduklarını öğrenecektim, peşlerinden koşarken bina otomatiği şırankk diye attı, çocukların yürümeye devam edeceklerini düşünerek ayak seslerini bekledim, hiç bir ses yoktu. bağırışlarımı duyan komşular dışarıya çıktı, neler olduğunu anlattım. benim katımdan başlayarak üst katlara doğru çıktık, çocuklara ait iz yoktu, muhtemelen birisinin dairesine girmiş olmalıydılar. herkesi tek tek uyandırıp, durumu anlattık, kimse evinde çocuklara ait bir iz bulamadı. çocukların kaybolmak için tek şansı bina otomatiği attığı sırada el feneri almak için eve girdiğimde aşağı inmeleriydi ki, seslerini mutlaka duyardım, 2005 yılı olmasına rağmen tap dansında kullanılan ayakkabılara benzeyen tahta ayakkabı giyen çocukların sessizce kaçmaları imkansızdı. gecenin bir vakti yatağından kaldırılıp, 2 sokak aşağıdan gelen asiye hanım'ın, bina otomatiği atarsa aşağı inip elle açmak gerekir, başka türlü açılmaz demesi üzerine, benim için her şey bitmişti. pijamayla olmama rağmen, üzerime montumu ve cüzdanımı aldım, taksiye atlayıp, anneme geldim. hiç bir şey anlatmadan, ben taşınıyorum, binayı hiç sevmiyorum dedim.

    2 gün sonra nakliye şirketi ile beraber annemi eve yollayıp, ne var ne yoksa getirttim. evi satılığa çıkarttım, satılmasını dahi beklemeden sıradan bir daire satın aldım. bu entry'i o günlerde satın aldığım daireden yazıyorum, geceleri karanlıkta yürüyen çocuklar yok, ses yok, arkadaşımın korku hikayeleri anlatabileceği ortam yok, sadece huzur var. o iki çocuk kimdi, 70 sene önce geceleyin öldürülmüş ve intikam almaya gelmiş iki tane ruh muydu tarzı soracak adamın, kadının ta dıbına koyim. bilmiyorum, araştırmak, öğrenmek istemiyorum. yine de, deseler ki rocknroll 2, şu dünya'da öğrenmek istediğin her şeyi cevaplayabiliriz ama tek bir soru hakkın var. ne tanrı'nın varlığını, ne evrende yaşayan diğer canlıları, ne de kennedy'i kimin vurduğunu sorarım, hayattaki en büyük merakım o çocukların kim olduğudur. en büyük korkum ise bu merakımı yenmek için o binaya geri dönmek...
    ···
   tümünü göster