+2
-2
KAYSERi'DEKi SÜRÜ SAHiBi
ATATÜRK sık sık halkı ve memleketi görmedikçe
rahat edemez, bu yüzden ansızın gezilere çıkardı. Balolara, eğlencelere, davetlere
de gidişi ansızın olur, okullara haber vermeden baskın
yapar, derslere katılırdı. Bu yüzden birçok kimse
gafil avlanır, hazırlıksız olduklarından şaşkına
dönerlerdi.
Yurt gezilerinde de çoğunlukla böyle olurdu. Önceden
hazırlanmış bir gezi programı yoktu. Gece
sofrada, ertesi gün falanca yere gidilmesi istenir,
sabah olur olmaz da hareket edilirdi. Çok zaman gidilen yerin ilgilileri bizi yüzleri traşlı, yahut düzgün
olmıyan kıyafetlerle karşılamağa dara dar yetiştikleri için Atatürk, bunların telâşlarıyla inceden
inceye alay ederdi.
1931 yılındaydık. Yine böyle ansızın çıkılmış yurt
gezilerinden birinde bulunuyorduk. Trenimiz Kayseri
istasyonundan kalkmak üzereydi. Bir de baktım, çoban
kıyafetli bir adam, kalabalığı yararak bulunduğumuz vagona yaklaşmağa çalışıyor.
Bir olay geçtiğini anlamıştım. Vagonun kapısını
araladım. Beni kapıda gören çoban kıyafetli adam:
— Atatürk'ü görmek istiyorum, nerededir? Dedi.
— Yaverlerden izin almadan Atatürkü göremezsiniz.
Diye cevap verdim.
Ada m ısrar ediyor, ben bırakmıyordum. Aramızdaki tartışma gittikçe kızışıyordu. Ada m da inatçı
mı, inatçı...
Biz böyle çekişe duralım, Atatürk bizim konuşmalarımızı bulunduğu vagonun penceresinden duymuş.
Başını uzatarak:
— Çelebi, ne istiyor bu adam? Diye sordu.
— Efendimizi görmek istiyor, Paşam. Dedim.
— Al gel efendiyi öyleyse...
Adam önüme düştü, ben arkada, beraberce vagondan
içeri girdik.
Benim çoban sandığım adam meğer davar sahibiymiş.
Başladı Atatürk'e serencdıbını anlatmağa:
Beşyüz koyunu ile davarı varmış. Bunları satmağa Ankara'ya zütürürken baytar yolunu kesmiş.
«Kayseri'de hastalık var, hayvanları zütüremezsin.»
demiş. Bunun üzerine adamcağız baytara yalvarmağa
başlamış:
— Efendim, Kayserinin her yerinde mi hastalık
var ? Her yerinde olmaz ya... Bu şehrin garbı var, şarkı
var. Hiç olmazsa buralardan bana bir yol versinler.
Hastalık olmıyan bir yoldan geçireyim. Demiş.
Ama bir türlü bu hayvanlara yol verilmemiş. Davar sahibi, hayvanlariyle eli böğründe kalmış. Ne
yapsın, neylesin, derdini kime açsın. Validen umudunu
kesince, birden Atatürk'ün Kayseri'ye geldiğini
duymuş.
— Varıp gideyim, Ata'ya derdimi ileteyim. Belki
O'nun sayesinde feraha çıkarım. Diye düşünmüş.
Hayvanları otlağa bıraktığı gibi soluk soluğa istasyona
yetişmiş.
Davar sahibini büyük bir dikkatle dinliyen Atatürk, trenin hareketini geciktirdi. Vali ile baytarı çağırttı. ikisi de zaten istasyonda bulunuyorlardı.
ikisine birden dönerek:
— Bu arkadaşın sürüsüne neden mâni oldunuz?
Diye sordu.
Baytar kekelemeğe başladı. Ne cevap vereceğini
şaşırmıştı:
— Şey efendim, bu mıntakada hastalık var da,
ondan müsaade etmedik. Deyince bu defa da Valiye
döndü:
— Siz ne dersiniz Vali Bey ? Diye sordu. Vali
ezile büzüle:
— Efendim, doktor haklıdır. Deyince Atatürk
kızdığını belli ederek:
— Demek bu sürü sahibi burada hayvanlariyle
beraber ölsün. Siz de seyirci kalın... Sizin maksadınız malûm, anlaşıldı. Dedi. Sonra daha fazla öfkelenerek
:
— Şu köylü kadar da olamadınız. Bu adamın
şarka, garba aklı eriyor da, sizin neye ermiyor a
mübarek adamlar ? Dedi.
Vali ile baytarda şafak atmıştı. Önlerine bakıyorlardı. Hemen sürü sahibine dönerek:
— Baba, şimdi sürünü topla. Şehrin tam göbeğinden Ankaranın yolunu tut. Eğer sana mâni olmak
isterlerse, hiç çekinmeden bana telgraf çek. Ben senin
olduğun yere yetişirim. Dedi.
Adam teşekkür edip, Atatürk'ün ellerine sarıldıktan
sonra yanımızdan ayrıldı. Atatürk tekrar Valiye
dönerek şu soruyu sordu:
— Nedir bu hal. Bu saçma hali görmediniz mi ?
— Paşam farketmedik...
— Tabii sen farketmezsin, o farketmez. Memleketin serveti de böylece harcanır gider.
Vali ile baytarın önlerine bakarak öyle bir gidişleri vardı ki...
Not: Cemal Granda Atatürk'ün Uşağının Gizli Defteri adlı kitaptan alıntıdır.