/i/Soru Cevap

Bilmemek değil başlık açmamak ayıptır...
  1. 1.
    -11
    uyan!

    keşke bir şarkının içinde olmak kadar basit olsaydı yaşamak. vuruşlar arasındaki boşluk kadar kısa ve yeri doldurulabilir acılarımız olsaydı. derin bir çığlık koparken kemanın şuh sesinden saniyeler içinde dolgun bas sızsaydı kör kulaklarıma. dikkatim dağılsa, zihnim parçalansa , hidroklorik asitle eritip tüm yaşadıklarımı en sevdiğim cennetin kıyısından dökseler dalgalara yalanlarımı. sonra o dalga gelse vursa tanımadığım ayaklara. kumral oğlanlar ve kızlar aşkına! gök kubbende böyle muhteşem başka bir resim daha var mıdır acaba? tövbeler olsun tüm yalanlarıma.

    eğer umudum olsaydı. biraz olsun umut edebiliyor olsaydım hala o resmin içinde yeryüzünde tek bir saniye kırıntısına sıkışmayı nasıl da isterdim. küçük bir oğlan dalgalara doğru koşarken kumların üzerinde, bir kız yaratıcısının kucağında sessiz hayranlıkla uykuya dalarken, cennet elmasını dilimleyip minnetle uzatmak teni güneşle kavrulmuş beyaz avuçlu adama. bakir dudaklarına dokunacak ilk şeffaf gülümsemeyle onurlandırmak ait olduğunu. sonra uzanıp tuzlu bir kayaya henüz soğumamışken güneşin teninle buluştuğu boşluk, kökü milyon kat aşağıda yaşlı ağacın yapraklarından süzülen ışıklar doldursa şükürlerini. kırmızı bir yanak değse omzuna. gerçeklere vadettiğin sözlerin sarsılıp bir bir ezilse ayakların altında. ve o anda gözlerin yuvalarından akıp kör olsa, parçacık tesirli parlak bir patlama o sevgi dolu sarılışla, çığlıklar attırsa içinde yarattığın pür günah şeytanlarına. çıldırsa! beyaz etini sıyırsa , kızgın bir mil saplasa kalbinin ortasına.. teninin sıcaklığını kıskanan buz kesmiş kalbin, acısını düşünmekten hissedemeyecek kadar çok kaçmış kalbin. öyle korkmuş, sinmiş ki kendi çürümüş yeminlerini kemirmiş vahşi bir hayvan gibi gölgesinde. ellerini kan bürümüş çehresi pislik. o hayvan kırmızı bir yanakla ehlileşse o kayada. ilahi bir el değse riyakar, çirkin, irin dolu omuzlarına. kabuktan fazlası.. köklü heybetli bir ağaç, kızgın fakat şefkatle döven bir deniz olsa kumsalda. tek bir ana sıkısmış milyarlar trilyonlar katrilyonlar olsa. adanacak bir ruh paylaşılan, çoğalan, biriken, büyüyen. sahtekarlıktan alabildiğine uzak ve mükemmele yakın o tek bir an varlık muştunu sıfırlasa. yüksek yaprakların arasından sıcak bir huzur dalgası yayılsa. ilk ve son bir nota çınlasa kulaklarında ve gökkuşağı olsa acın. karmakarışık rengârenk incin. yayılıp partiküller halinde o tek bir ana.. ruhunun acı veren bir çarşaf gibi sardığı tenini yalasa .. affetse, azat etse, şükretse. dopdolu bir an, tek bir an. tek pencereli bir rüya.. içinden kovulmuş olduğum cennet. bilerek ve isteyerek üstelik. ben bu resmi taşımak zorunda mıyım? beni masum kılan ne varsa hepsini bir bir yitiriyorum. ne yapmak zorunda olduğumu biliyorum çünkü hala ehlileştirmeye çalıstığım bir sirk kahramanı var içimde. gerçeklerden bahsettikçe soytarılaşan , geçmiş çağlara göre gittikçe yumuşayan bedenine nazaran sertleşen ,nefret dolu bir soytarı. onu mu koruyorum yoksa ondan mı koruyorum masumiyeti karar vermek zor. affedilmeyi dilemek affetmek kadar olasılıksız. bunu düşünüyor olmak dahi akıl almazken milenyumun yeni kabiline yüksek beygirler tahsis ediyor olmakla rüştümü ispat edemem. cennet tahvilleri ve yeni peygamberler tahsis edip hata yapma payını ademe veremem. *

    şarkılar çok acıtıyor yüzümü. sadece onlarla yüzleşebiliyorum. annemde anlamıyor nedenini. beni yeniden doğuruyor. bir okyanus bıkmadan usanmadan aylarca, yıllarca, yüzyıllarca güneşi doğuruyor. bir an kendini defalarca tekrar ediyor. atlantis sahillerinde merhametin zehir çiçekleri ve riyakarlığın büyülü tohumları savaşıyor. bilmem kaç çeşit günahın yedivereni olanlar için. zamanın katmanlarını teker teker soyup tek bir resmi aydınlanıyorlar. bu resmin içinden çıkmak zorundayım. dualarımla yükselen ışığın kaynağı ruhumun dibe vurduğu yerden harlanıyor biliyorum. hak etmediğim ve kimseyi layık görmediğim ışığı karanlığa hapsetmek ve kendi yalanlarımla temizlenmek zorundayım. bu kendini sürekli tekrar eden aptal ritmik bir tekerleme gibi. işin komik yanı ait olmayı reddettiğim bir ana sıkışmış gibiyim. daha dibe batıp daha acı fakat daha kolay bir ölüm ile öylece bekleyerek acının genişleyip ölümü biraz daha uzaklaştırmasına izin vermek arasındayım. kaçınılmaz olanı ertelemekten bıktım. aşamıyorum, mücadele edemiyorum, karşı çıkamıyorum. karşı çıkmayı reddediyorum. içine düştüğüm delikten yukarı bakacak kadar bile cesaretim yok. anlamı yok. üstelik ulaşmaya çalıştığım ne olduysa çabaladıkça daha fazla uzaklaşıyorum. tüm bunlar farklı farklı soytarılar yaratıyor içimde. her biri başka kavgalar veren, tutarsız, zehirli. oysa hissedilmeyi gerektirmeyen bir dünya yaratmak kolay. zifiri karanlıkta hissetmeye ihtiyacın yok. acı seni gölgenden daha büyük ve takdir edilesi bir sadakatle takip ediyor zaten, bu hala yaşadığının tek kanıtı oluyor. gerçeklerden soyutlanmak kolay. bir şarkı ve içi boşaltılmış bir kabuk yetiyor. doldurulmuş ölü hayvanlar gibi. dolması gereken tüm boşluklar, hastalıklı arzularla katledilen duaların yarattığı sihir ve aldanış hep ışıktan geliyor. sıcak bir zift gibi boğazımıza yapışmış ucuz hayallerimiz ve zihnimize kodlanmış güzellikle tanımlanabilecek geri kalan herşey. tüm bu soytarılar, durmadan koşanlar, elsiz ve ayaksızlar, aptallar, zekiler, güzeller ve heykeller. tüm bunlar kişisel kaçış planımız için birer solucan deliği oluyor. başka bir hayata sızınca anlayacaksın sanıyorsun. interaktif bir film izlemek gibi başkalarının doğrularına ihtiyacım duyuyorsun. şu genç kızların kanlarıyla yıkanan elizabeth bathory gibi. bir an uzaklaşabiliyor olmak kendimden harika hissettiriyor. düşünmemek adına tümel olanı hayal ediyor olmak içerideki karmaşa ve basitliği sınırlandırıyor. bunca kıyametin kum tanesinden daha değersiz ve pespaye olduğunu hayal etmenin hazzı beni kişisel putlarımın rezil savaşından çekip alıyor. var olmanın gerçek anldıbını aramak kaybettiğim bunca şeyden ve vazgeçtiklerimden sonra beni heyecanlandırıyor. aksini düşünmek dahi istemiyorum. gerçekten mutlu olabilmek adına bir dünya savaşına ihtiyacım var. ama tek yaptığım sevdiğim bir şarkıyı açıp acı veren hayallere ve ona uymayan bir hayata devam etmek. acı mastürbasyonuna devam. hakikatle yüzleşmek bir yana basit bir itirafı dile getirecek kadar bile onurlu olamıyorum. bütün ıstırabı sonlandırabilecek itirafın devdıbının gelmesinden korktuğum için belki. belki de böylesi yaşamaya alıştığımdan. hatta belki böyle tutarlı yalanlarla yeni bir gerçeklik inşa edemeyecek oluşumdan. oyunda zırlayıp mızırdanan aptal bir çocuk gibiyim. onların kurallarına ayak uyduramadığım gibi kendi kurallarımı koyarken dahi onlardan daha acımasızım. bunları yüksek bir bilince değil sadece aptallığıma borçluyum. eğer bu denli aptal olmasaydım kendimi yer ile gök arasında solungaç solunumu yapan bir kanatlı olarak hissetmezdim. birileri ateşe verip yok etsin beni. geride kalanlara da kireç döküp sterilize etsinler. toprağında daha fazla pisliği taşıyabileceğine inancım yok benim. güneşi doğuran okyanusa, kıyısı cennete bakan atlantis'e, kırmızı yanaklı oğlanlar ve kızlara, beyaz avuçlu adamlara ve tövbelere inancım kalmadığı gibi. uyanmaya cesaret edemediğim kabuslar görüyorum. uyandığımda daha kötülerini görmekten korkuyorum. velhasıl avuç açtığımıza yalvarmaktan yoruldum artık.. bas ve tizin uyumlu uyumsuzluğundan ve kafiyelerden kusmak üzereyim. bu kadar karanlık bu gecelik kâfi.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      +7
      kardeşim çok sürükleyici bir yazı keyifle okudum
      ···
    2. 2.
      0
      özet geç bin
      ···
   tümünü göster