+2
beyler harika bir yazı. biraz uzun ama okumanızı tavsiye ederim:
tonya devlet hastanesi hekimlerinden ve eski ihh trabzon şube başkanı dr. murat kadir topçu’nun gönüllü olarak güneydoğu’ya gittmişti. sağlık bakanlığı, sağlık görevlisi açığı bulunduğu için hizmet puanı düşük personeli güneydoğu’da görevlendirme kararı aldı. bakanlığın kararı üzerine dr. murat kadir topçu gönüllü olarak güneydoğu’ya gitme kararı almıştı. 24 yıllık hekim olan dr. topçu’nun şırnak a giden tek gönüllü dr olarak cizre de yaşadıklarını anlattı.
cizre’de iki hafta
“başhekim arayıp “tüm hastanelerin başhekimlerinin arandığını, terör olayları sebebiyle sıkıntılı olan yerlere doktor gönderileceğini, gönüllü varsa o gidecek, gönüllü yoksa yeni mezun doktorlardan hizmet puanı en düşük olan gönderilecek. herkesi arayıp durumu bildiriyorum. ne dersin?” diye sordu. düşünmek ve ailemle istişare etmek için zaman istedim. eşimle ve büyük 2 oğlumla konuştuk. o şartlarda yeni mezun birinin çalışmasında ki zorlukları düşünüp “gitmeye” karar verdim. ilgili kişileri aradım ve gideceğimi söyledim.
allah biliyor, nerede çalışacağım konusunda kimseye tek söz etmedim. ama diyarbakır’da çalışmak istemiyordum. olacaksa cizre veya silopi olsa iyi olur diyordum. rabbim cizre’de çalışmayı nasip etti.
gönüllü olarak, orada “canlarını” ortaya koyan asker ve polise hizmet etmek istiyordum. bölgede kalan yöre halkına hizmet vermem istenirse hiç gocunmadan bu hizmeti yerine getirmeyi düşünüyordum. bu işi vatana millete hizmet olarak görüyordum. devletin bu bölgede çalışacak hekime ihtiyacı vardı. ya gönüllü ya da zorunlu olarak elbette devlet buraya istediği sayıda hekim gönderirdi. ama gönüllü çalışmakla zorunlu olarak gidip çalışmanın aynı şey olmayacağı açıktı. ben, “gönüllü” olarak oraya gidip çalışmayı nasip etmesini allah’ın bana bir nimeti olarak görüpşükrediyorum.
31 ocak pazar günü ailemle helalleşip ankara’ya gittim. hekimevinde kalmamız istendi. pazartesi sabah saat 6 gibi havaalanına topluca hareket edeceğimiz söylendi. 20 kişi olacaktık. tanıdık biri var mı diye merak ediyordum. sabah ekibi görünce kimseyi tanımadığımı gördüm. arkadaşların elinde görev yerlerini gösteren liste vardı. şırnak merkez, idil, silopi ve cizre’de çalışılacaktı. cizre ekibinde olduğumu görünce allah’a hamd ettim. rabbim gönlüme göre vermişti.
ankara’dan mardin’e uçtuk. havaalanında mardin sağlık müdürlüğünün 2 aracı bizi bekliyordu. bunlara binip hareket ettik. midyat’ta öğle yemeği için durduk. canım yemek istemiyordu. en yakın camiyi gidip namaz kılıp bu görevi hakkımızda hayırlı kılması için rabbime dua ettim. özellikle annemin ve eşimin çok üzülüp çok endişelendiğini biliyordum. arkada bıraktıklarıma sabır ve metanet vermesini istedim. zaten anneme söyleyip söylememe konusunda kararsızdım. eşimin “söyle, ana baba duası alarak git, iyi olur” demesi üzerine söylemiştim zaten. ve tabii en küçük oğlumun ispiyonlaması ile zorunlu olarak söylemiştim. onlarla konuşurken şırnak demiştim gideceğim yere. “olaylar yok orası sakin demiştim” cizre olunca bunu söylemedim. yine şırnak’tayım dedim. zaten cizre şırnak’ta değil miydi?
midyat’tan hareket edip cizre’ye doğru yola çıktık tekrar. şırnak il sınırından geçtikten sonra ilk arama noktasına geldik. ekipte ki diğer arkadaşların çoğu endişelense de ben bu aramaların normal olduğunu biliyordum. gerçekten son derece sakindim. cizre’ye ulaşana kadar belki 7-8 yerde durdurulup “kimsiniz, nereye gidiyorsunuz, kimliklere bakalım” sözlerine muhatap olmuştuk. bazen 5 dakika bazen yarım saat bekletildik. idil girişinde biz gelmeden önce yola döşenen bombanın patlaması sonucu polis aracı kaza yapmıştı. silahlı çatışma ihtimalinin olması sebebiyle epeyce bekletildik. sonra ön ve arkamıza iki zırhlı araç verdiler. şoförlere “polis araçlarına saldırı ihtimali yüksek. hızla yola çıkıp öndeki aracı takip edin. sakın fazla yaklaşmayın.” demeleri ekipte huzursuzluğu artırdı. hızla yola çıkıp idil devlet hastanesine ulaştık. orada çalışacak arkadaşları bırakıp beklemeden tekrar cizre’ye yollandık. yine birkaç arama noktasından geçtikten sonra cizre devlet hastanesine ulaştık. hastane avlusunda belki onlarca zırhlı araç vardı. ellerinde uzun namlulu silah olan pek çok kişi vardı. yerlerde uzun namlulu silahlara ait binlerce boş kovan vardı. etrafta çok sayıda ağzı kapalı çöp poşetleri vardı. hastane girişinden çok askeri bir tesis havası vardı. başhekim karşıladı bizi. hastane girişinde üstlerimizi ve bavullarımızı açtırıp içlerini dikkatlice aradılar. ben de şaşırmıştım buna. doktor grubu niye aranıyor diye sordu bazı arkadaşlar. başhekim “ben başhekim olduğum halde her gelişte beni de arıyorlar. durum hassas. bu arama bizim güvenliğimiz için. yapacak bir şey yok” demesi pek çok arkadaşta var olan endişeyi azaltmaya yetmemişti ama durum buydu.
bavulları bir odaya bırakıp yemekhaneye geçtik. beraber yemek yedik. başhekim hastanenin 25 roket yediğini bu sebeple acilin yerinin birkaç defa değiştiğini söyledi. hastane dış kapısının hemen önlerinde, ilk günlerde tabiri caizse “göğüs göğüse” çatışmalar olmuş. daha sonra konuştuğumuz polisler sokağa çıkma yasağı ilan edilince hastanenin karşısında ki binalardan keskin nişancı ateşi sebebiyle bir gün dışarı adım atamadıklarını söylediler. ateş edilen yeri uzun süre bulamamışlar. daha sonra hastane etrafında “drone” uçurtup bir noktadan namlu ve ateş çıktığını görüp oraya yönelince orada ki keskin nişancıyı halledip hem derin nefes alıp hem de dışarı çıkabildiklerini söylediler. öldürülen keskin nişancı hollandalıydı dediklerinde bayağı şaşırmıştık.
devamı altta