+2
Bir dilbilimci ve türkolog olarak;
- Türkçe, karakteristik yapısı ve mensup olduğu dil ailesi kökleri bakımından ünlü ağırlıklı bir dildir. (Bugün bildiğimizin aksine, Genel Türkçede 8 değil 10 ünlü vardır.) Arap alfabesi ise, Arap dili içten kırılmalı bir dil olduğu ve bir çöl ağzına dayandığı için, dilin az çaba kuralını daha da ileriye zütürerek ünlüleri olabildiğince tasarruf etmiştir. Yani, Arap alfabesi, Türk dilinin fonetiğini yansıtmada yetersizdir.
- Bunun yanında, yine Türk dili sondan eklemeli, Arapça ise içten kırılmalı bir dil olduğundan, Arap diline dayalı söz konusu alfabenin morfem yapısı ve sistematiği de Türkçe için oldukça kullanışsızdır.
- Temel bağlamda bakıldığında, Arap alfabesi, Türk dilinin seslerini karşılamada da yetersiz kalmıştır. Bu sebeple, zaten kalabalık ve karışık olan bu alfabeye yeni harfler eklenmek zorunda kalmıştır. ( Örneğin "sağır kef" denilen nazal n sesi. Ayrıca, aynı alfabeyi kullanan Farslar da Arap alfabesine J sesini eklemişlerdir.)
- Görüldüğü gibi işin aslı ve özü, aslen, ALFABE değil, ses. Arap imlasının Türk dilinin ses yapısına ve karakteristiğine ters düşmesi, Türk dilinin gelişim evrelerini baltalaması.
Bunlar çok ama çok basit, fakat dil açısından oldukça "hayati" meseleler. Bunları arka arkaya uzatmak mümkün.
Bu arada, dip not olarak küçük birkaç bilgi de ekleyeyim.
Muhteşemler ötesi ilmi, fenni ve akademik gelişmelerin arşa çıktığı, köydeki taşradaki halkın bile entellektüel olduğu harikulade osmanlımızda 1897 yılı istatistiklerine göre Okuma yazma bilenlerin oranı % 10’un altındadır. Okuyan öğrencilerin cinsiyet dağılımına bakıldığında ilkokulda cinsiyet oranı (Kız/Erkek) 0,40 iken bu oranın ortaokulda 0,15’e düştüğü görülmektedir.
Alfabe değişikliği çalışmaları, II. Abülhamit döneminden sonra yavaş yavaş baş göstermiş, aydınlar arasında tartışmalar ve buna duyulan ihtiyacı anlatma çabaları başlamıştır. Aynı dönemde Türk dünyasında da Arap yazısını bırakma, bunun Türkçeye ket vurduğunu anlatma çalışmaları görülmektedir. Azeri aydını M. F. Ahunzade, 1857'den önce Arap alfabesinin sadeleştirilmesi ve daha sonra ise Arap alfabesinden tamamen vazgeçerek Türk dilleri için Latin alfabesi kullanılması fikrini ileri sürerek birkaç projesi hazırladı ve hayatının son yıllarına kadar onu meşgul eden bu projeler başta Osmanlı Devleti olmak üzere, hiçbir yerden destek görmedi. Çünkü, her ne kadar istek varsa da Osmanlının kafa takımı halen bu fikri reddediyordu. Sonuçta, Ahundzade'ye bir mecidiye nişanı verilip geri gönderildi.
Ayrı bir çalışma, Enver Paşa tarafından yapıldı ve başta askeriye olmak üzere ciddi bir şekilde tatbik edildi. Bu alfabe, aslen, Arap alfabesinin ayrı yazılması esasına dayanmakta ve bu sebeple huruf-ı münfasıla ya da Enver Alfabesi olarak anılmaktadır.
(Diğer girişimler için küçük birkaç okuma yeterli... )
- Tarihi dönemde yaklaşık 11 milyon km2'lik bir alana yayılmış olan Türk dili, bugün 5-6 milyon km2'lik bir alanda ortalama 200 milyon kişi tarafından konuşulmaktadır ve bu konuda, dünya dilleri arasında 6. sıradadır. (ilk 5'teki dillerden Arapça din dili, ingilizce ve ispanyolca ise emperyalizm dili olarak yayılmıştır. Bu ikisini çıkardığımızda, Çince, Hintçe ve Türkçe ilk 3 sırayı almaktadır.)
Bu özet bilgilerden bir özet sonuç çıkaracak olursak;
F. d. Saussure, dil ve düşüncenin bir kağıdın iki ayrı yüzü gibi olduğunu, bir yüzün makas ile kesildiğinde diğer yüzün de zarar görmesinin mutlak olduğunu söyler. Bu sebeple, Türkçe de Türkçe konuşan tüm Türk halkları için aynı konumdadır. Karahanlı döneminden itibaren Türkçenin yazımında kullanılan Arap alfabesi, Türk dilinin bu geniş coğrafyadaki zengin dil malzemesini, fonetik, fonolojik ve morfonolojik gelişmelerini baltamıştır. Aynı zamanda, eğitim-öğretim süresini de uzatarak, sosyal ve toplumsal gelişmeye de ket vurmuştur. (Medreselerde onlarca yıl arapça farsça okuyan ve buradan mezun olup münevver, müderris olarak sayılanların pek çoğu, bu dilleri ve kendi dilini tam olarak öğrenememekteydi.)
Tümünü Göster