+7
öğle arası partı kardeşlerim. biraz gecikme ile.
Birkaç dakika sonra bastığım zilin sesi içeride çalışan elektrik süpürgesinden dolayı duyulmuyordu. Bir hayli bekleyip makine sustuktan sonra tekrar zile basmamla Aynur’un kapıyı açması bir oldu. Saçlarını tozdan korumak için başına gelişigüzel bağladığı bir tülbent, temizlik yaparken giyilen eskimiş, üzerlerine çamaşır suyu değdiği için renkleri açılmış kıyafetlerle karşıladı beni tam bir ev hanımı havasıyla. Sadece kıyafetleri değil suratı da akşama kadar iş yapmış ev kadınlarının taşıdığı stres ve yorgunluğa benzer bir ifade taşıyordu. Oysa hiç de böyle hayal etmemiştim. Kapı kapanır kapanmaz birbirimizi kapının arkasına veya vestiyere yaslayacak, deliler gibi hırçınca öpüşmeye başlayacaktık. dıbına koyduğumun Holywood’u. Herşeyin yalandı, herşeyin…
Surat sirke satınca ancak bi merhaba diyebildim tabi. Yalandan bir yanak yanağa öpüşme faslı oldu tüm saçmalığıyla. içeri geçip birkaç son işini daha bitirmesini bekledim. Az sonra işini yarım bırakmış gibi geldi ve odaya girmeden kapıdan açsın değil mi diye sordu. Biraz dedim. Kendime tost yapıcam seninki neli olsun dedi.
Tost!? Beklentiye girmek iyi değildir hiçbir konuda ama standartların da altına düşünce bu hayat insanı biraz üzer. Ankara Sheraton da mum ışığında yemek yiyemesek bile, Marla ile tost yemekten daha iyi alternatiflerimiz olmalıydı. En azından hemen köşebaşındaki Cafe’ye gidip aynı tostu daha hoş bir ortamda yiyebilirdik. Ama ne çare, evin ve şehrin hakimi oydu.
Sakin geçen “yemek”in ardından ev telefonu çaldı. Bu gitti biraz konuştu; bi planlar vardı, kaç kişiydiler, taksiyle mi geçilecekti, kesin başlama saati şuydu, hmm hmm, evet evet. Bildiğin bu akşamdan bahsediliyordu dıbına koyduğumun yerinde. Nereye gidiyordu şimdi bu karı.
içeri geldi; “canım bizim tıpçı arkadaşların bu akşam özel bir davet yemeği var, oraya katılacağım, hazırlanayım çıkacam hemen, sen keyfine bak tamam mı?”. Keyif mi bıraktın adamda be hey sarı çiçek. Ama ben, burda, neden, geldim, kem, küm… ne bekliyordum ki?
Duşunu alıp girdiği odasından 20-25 dakika sonra bir afet olarak çıktığında içim bir kat daha ezildi. O ilk gecede de hafif ipuçlarını aldığım hoş parfümü bu sefer üzerine boca edilmişti. Kan kırmızısı rujuna bi isim vermemi isteseler “günaha davet” derdim. Saçlarını düzleştirmiş ve tatlı bir kavis vererek iki omzundan aşağı dökmüştü, gözleri zaten belirginleştirilmeye ihtiyaç duymadığı için hafif bir makyajla geçilmişti. Üzerindeki iki parçadan oluşan siyah ceket pantolonu asaletini ikiyle çarpıyordu.
O an bir şimşek çaktı. Tıpçılar!!! Vay huur evladı Orhan, demek kafalamıştı kızı, veya kafalama turlarındaydı. Kesin onun çağırdığı yemeğe gidiyordu. Kendisi doktor veya tıp camiasından değildi.
Aşağıdan basılan zilin sesinin ardından siyah süet ayakkabılarının yüksek topuklarını böğrüme saplaya saplaya, uçar gibi inip gitti merdivenlerden. Ben Jack’in kırılan kalbiydim.
Belki erken gelir, havası da değişmiş olur, keyfi yerinde gelince daha çok muhabbet eder sarılırız, öpüşürüz avuntuları arasında uykuya yenik düştüğümde saat gece yarısını geçmişti sanırım.
Kilitin açılırken çıkardığı klik sesi ile uyandığımda gözlerimi hemen açamadım, odaya yaklaşan adım seslerinin ardından yanan ışık gözlerimi açmamı daha da zorlaştırıyordu. içkili bir ortama girildiğinde, henüz içilen içkinin türünün kokusu gelmeden daha mesafe kapanmadan uzaktan o saf alkol kokusu gelir ya hani, işte o koku Aynur’un parfümü ile karışmış ve sanki bir afrodizyakmışçasına hisler yaratarak çabucak uyanmasını sağlamıştı beynimin. Gözümü açtığımda Aynur kapıya yaslanmış, giderkenki güzelliğine relax bir şuhluk eklenmiş halde, yüzünde üç hafta önce “büyümüşsün” dediğindeki aynı gülümseme ile sessizce beni seyrediyordu.
O an artık uzun bir süre devam edecek olan "national geography" saati başlamış idi aslında. Ben sanki acemi bir ceylan o ise dâhil olduğu burca ismini veren hayvan.
Saatime baktım. 2:08 idi…
Tümünü Göster