1. 1.
    +2
    Irkçılık Türkiye’de yabancı ırkların tesanüdüne karşı bir aksülamel olarak doğmuştur. Azınlıklar hususî cemaat teşkilâtları, Türklerle karışmamak hususundaki gelenekleri, birbirlerini koruyan tesanütleri, ayrı mezarlıkları, ayrı dilleri ve dinleri, ayrı mektepleri ve soyadlarıyla kendi ırkî hüviyetlerini inatla sakladıkları, yani, memlekette Türklükten başka ayrı milli hüviyetler yaşatarak millî birliğe engel oldukları, Türkiye’yi yirmi parçaya ayırdıkları hâlde bunun suç sayılmayıp da onların bu ayrımcı ve bozguncu hareketine karşı millî bir reaksiyon gösteren, memlekette tek ve rakipsiz bir Türk ırkından başka hiçbir ırk kalmamasını isteyen, yani Türkiye’nin mânevi birliğini özleyen Türklerin, bu memleketi bin parçaya ayırmakla itham edilmesi gibi bir düşünceye tarihin hiçbir çağında hiçbir yerde, hiçbir millette rastlanmadığı gibi bugünkü hukuk telâkkileri de buna müsaade etmez. Kâzım Alöç’ün inatla müdafiliğini yaptığı başka ırklar, her vesile ile kendilerini Türk’ten ayrı saymakta devam ettiklerini gazetelere verdikleri ilânlarla da göstermektedirler. Mahkemenize sunduğum iki gazetedeki ölüm ilânları sözlerimin delilidir. Birinde (4 Kânunuevvel 1944 tarihli Akşam’da) Ümerâ-yı Çerâkese’den Murat Beyin kerimesi ismet Hanımın, öbüründe de (30 ikinciteşrin 1944 tarihli Cumhuriyet’te de) maruf tüccar Sabri Süleymanoviç’in acı ölümlerinden bahsolunuyor. Irkçılığı millî tefrikacılık sayanlar ve hele bu hususta isterik bir hassasiyet gösteren Kâzım Alöç bu ilânları görmeli, Çerkezlik ve Boşnaklık iddiasının gösterişli şekilleri olan bu ilânları verenler hakkında takibat yapmalıydı.

    Burada kendiliğinden bir sual vâki oluyor: Madem ki ırkçılık Kâzım Alöç’e göre yanlış, sakat bir zihniyetti, o hâlde niçin kendisi bizim ırkımızı aramak sevdasına kapıldı? Niçin Barıman’ın, Reha’nın, benim ve zevcemin ırklarımızı aramaya kalkıştı? Burada dördüncü göbek babam hakkında savurduğu Rumluk iftirasını da reddetmeye mecburum. Belki bunun yeri burası değil gibi gözükür. Doğrudur. Fakat o duruşmam sırasında buna mâtuf sözlerim durdurularak bunları müdafaama bırakmam mahkemece bana ihtar olunduğu için ben de buna uyarak bu meseleyi şimdi ele alıyorum:

    21 Temmuz 1944 Cuma günü ilk sorgum yapılırken Kâzım Alöç vasiyetnamemdeki şeceremi mevzuubahs ederek: “Siz dördüncü göbek babanızı bilmiyorsunuz ama biz tahkik edip öğrendik” demiş ve “kimmiş?” diye vâki olan sualime de “Tabiî bir Türk köylüsü” diye cevap vermişti. 22 Temmuz 1944 Cumartesi günü yapılan ikinci sorgumda dördüncü göbek babamın Rum olduğunu, çünkü Pontus’tan göçerek Midi köyüne geldiğini söylemiş, bu malûmatın nereden elde edildiği hakkındaki sualime de “mütehassıslara yaptırılan inceleme ile” diye cevap vermiş fakat bu hayâli mütehassısların kimler olduğunu bildirmemişti. Aynı gün zevcemin yine vasiyetnamede bulunan şeceresini mevzubahis ederek onun da tahkik edildiğini ve doğru çıktığını, Reha hakkında yapılan incelemede de Reha’nın Berberî ırkından olduğunu tespit ettiklerini ve Berberîliğin uzak değil, ikinci atadan geldiğini söylemişti. 7 Eylül 1944’te okuduğu son tahkikat kararında ise Rumluğu biraz daha yaklaştırarak dördüncü göbek babamdan üçüncü göbeğe indiriyor ve dedemin babası için “dönme olduğu mervî Ahmet” diyor. Bu kadar mühim ve tarihi bir dâvâda bir savcının rivayetlerle değil, riyazi katiyetlerle söz söylemesi icap ederdi. Duruşma sırasında, Midi köyünde yaşayan doksan yaşındaki ihtiyarın (ki Kâzım’ın mütehassıs dediği adam herhâlde bu olacak) sözlerine atfen bu rivayetin çıktığını itiraf eden savcının biraz içtimaiya bilgisi olsaydı bir soyadının ancak uzun bir zamanda teşekkül edeceğini, bir dönmenin veya oğlunun “Çiftçioğlu” diye bir soyadı alamayacağını kestirirdi. Biraz Türkiye coğrafyası bilseydi başka yerlerden Gümüşhane vilâyetine bir muhaceret değil, toprağı verimsiz ve taşlık olan Gümüşhane vilâyetinde dışarıya doğru göç olduğunu bilirdi. Biraz istatistik yıllıklarını karıştırmış, eski ihsâî malûmata bakmış olsaydı Türkiye’nin 63 vilâyeti arasında yüzde hesabiyle Türklerin en kalabalık olduğu vilâyetin Gümüşhane olduğunu görürdü. Tarih ve etnolojiye biraz vukufu olsaydı Gümüşhane vilâyetinin Bayındır Türkleriyle dolduğunu, Fatih Sultan Mehmed’in de buraya Amasya’dan bir yığın Türk getirdiğini hatırlatırdı. Hepsinden sarf-ı nazar biraz mantıkî düşünebilseydi Karadeniz kıyılarında balıkçılık eden Rumların Zıgana Dağları’nı aşarak Dorul’a gelip çiftçilik yapmayacaklarını, sahil ahalisinin daima sahillere hicret ettiğini düşünebilirdi. Bütün bunlardan sonra beni bütün pgibolojimle tanımak iddiasında bulunan Kâzım beni cidden tanısaydı, eserlerimi okusaydı bende bir dönme torununun pgibolojisi bulunmadığını idrak ederdi. Dönme pgibolojisinin nasıl olduğunu Kâzım Alöç çok iyi bilir. Nihayet şunu da hatırlatmak isterim ki bugün Midi köyünde yaşadığı iddia olunan doksan yaşındaki ihtiyar, hakikaten mevcutsa, benim ne dördüncü ne de üçüncü göbek babamı görüp tanımış olamaz. Babamın ve dedemin malûm olan doğum yıllarına göre bu, imkânsız bir fantezidir. Mahkemeyi bir de karışık rakamlarla yormamak için bu hesapları göstermekten vazgeçiyorum. Çünkü diğer delillerim her yerde olduğu gibi burada da bir iftiraya uğramış olduğumu kâfi miktarda ispat etmektedir.

    Şimdi: Eski atamın ilk önce “Türk”, ikinci seferde “Rum”, üçüncü seferde “rivayete göre” dönme olduğunu söyleyen, yani bir meseleyi üç seferde üç ayrı şekilde ortaya atan Kâzım’ın sözlerinden hangisi doğrudur? Ve biz onun sözlerinden hangisine inanıp hangisine inanmayacağız nasıl kestiririz? Belli ki bu iftira benim ırkçılık prensibimi çürütmek için ortaya atılmıştır. Fakat çürütülemez. Farzımuhâl benim, ana ve baba tarafımdan bütün ecdadım gayr-ı Türk olsa bile yine bununla ırkçılık ülküsü çürütülemez. Çünkü îlmi hakikatler ve tarihi zaruretler, şahısların hususi durumuna bağlı olarak değildir. Eğer ben hâlis Türk değilsem ırkçılık dâvâsını gütmem hem samimi olduğumu, hem de bu dâvânın haklı ve kuvvetli olduğunu gösterir. Çünkü ırkçılık ülküsünün zaferinde şahsi hiçbir kazancım yoktur.

    Savcının ırkçılıktan dolayı bana yakıştırdığı 142'nci maddenin ırkçılıkla ilgisi olamaz. Ceza Kanununu iyi karıştırsın. Irkçılığı suç sayan başka bir madde bulabilirse onu ileri sürsün. Çünkü 142'nci maddede zikr olunan içtimai ve iktisadi zümreler değil, millî, ırkî veya kavmî zümrelerdir. 142'nci madde memleketin iktisadî nizdıbını bozmak ve içtimaî bir zümre olan amele sınıfının diğerleri üzerine tahakkümünü mümkün kılmak için faaliyete geçen komünistlere karşı konulmuştur. Komünistler için kullanılan madde, komünist düşmanları için de kullanılmaz. Irkçılığı reddetmek günün birinde bu devletin başına Yahudi bir devlet başkanı, yahut Ermeni bir başvekil, zenci ordu kumandanları, çingene profesörler görmeye razı olmak demektir. Irkçılığı inkâr etmekle savcının böyle bir duruma razı olduğu anlaşılıyor. Fakat ben asla kabul etmeyeceğim.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster