-
1.
0Teolojide çeşitli örneklerine rastlanan bu tur kanıtlar, saf mantıksal akil yürütmelerle tanrının varlığını kanıtlama çabalarıdır. Örneğin Descartes’in tanrı kanıtı bunların bir örneği kabul edilebilir. Bu akil yürütme su şekilde özetlenebilir:Tümünü Göster
“tanrı ‘En Yetkin’ ve ‘En gerçek’ varlık olduğuna göre böyle bir kavramı benim zihnime kim sokmuş olabilir? Ben ‘En Yetkin’ ve ‘En Gerçek’ özelliklerine sahip bir varlık değilim, öyleyse bu düşünceye ben kendim ulaşamam. Çevremde gördüğüm varlıkların da hiçbiri bu özelliklere sahip değil. öyleyse bu fikri benim zihnime kendisi ‘En Yetkin’ ve ‘En Gerçek’ olan bir varlık, yani ‘tanrı’ koymuş olmalıdır.”
Bu tur düşünce tarzındaki birinci yanlış, tanımlanan bir şeyin varolmasının zorunlu zannedilmesidir. Örneğin ben efsanelerdeki kanatlı ati veya Noel babayı tanımlayabilirim, fakat bu onların gerçek dünyada karşılıkları olduğu anldıbına gelmez. Bir şeyin zihinlerimizde varolmasıyla gerçekte de varolması ayni şey değildir.
Buradaki ikinci yanlış ise, bu akil yürütmenin mantıkta “döngüsel akil yürütme” (circular reasoning) denen türde bir düşünce tarzı olmasıdır. Bu tur akil yürütmelerde ulaşılmak istenen sonuç yola çıkılan başlangıç noktalarında gizli olarak içerilir. Örneğin burada, yapılan tanrı tanımı, sonuçta ulaşılmak istenen amaca (tanrının var olması) hizmet edecek tarzda seçilmiştir. Bu tur akil yürütme, düşünce biçimi olarak yeni bir bilgi vermez. Ancak başlangıçtaki postulatlardan birinde içerilen bir bilgiyi açığa çıkarmaya yarar.
Bu tur tanrı kanıtlarına bir baska örnek olarak Leibnitz’in bir argümanını verebiliriz. Buna göre:
“Bu dünyada kendi varlıklarının nedenini içlerinde bulundurmayan varlıklar vardır. Örneğin ben anneme, babama bağlıyım, derken havaya, besine, vs. Ayrıca bu dünya tek tek nesnelerin gerçek veya hayali bir bütünü ya da topluluğudur, ki bunların hiçbiri yalnızca kendi içlerinde varlıklarının nedenlerini bulundurmamaktadır. Bu bakımdan, nesneler ve olaylar varolduğuna göre ve hiçbir tecrübe nesnenin kendi içinde kendi varlığının nedenini bulundurmadığına göre, bu sebebin, nesnelerin bütününün kendi dışında bir nedeni olması gerekir. Bu nedenin bir varlık olması gerekir. Diğerlerinin nedeni olan bu varlık, kendi kendinin nedeni olabilir de olmayabilir de. Eğer kendi kendisinin sebebiyse, tamamdır, değilse daha ileri gitmemiz gerekir. Ama bu anlamda sonsuza kadar gidecek olursak, varlığın bir açıklaması yapılmış olmaz. Bu bakımdan varlığı açıklamak için, kendi içinde kendi varlığının nedenini bulundurması gereken, yani varolmadan yapamayacak bir varlığa varmamız gerekir. Bu da tanrıdır”
Bu da dikkat edilirse tanrıyı “Kendi sebebini kendi içinde içeren ve varolmadan yapamayacak” bir varlık olarak tanımlamış, dolayısıyla bir “döngüsel akil yürütme”ye düşmüştür. Yani yola çıkış noktasından daha fazla bir bilgi veren bir akil yürütme değildir bu da.
Felsefede yalnızca mantık ve zihinsel akil yürütmeler kullanarak tanrının varlığını kanıtlama çabaları daima boşa çıkmıştır. Çünkü bu tur bir kavram, kanıtlanmak için dışarıdan gelen verilere ihtiyaç duyar. yalnızca zihin içinde yapılan akil yürütmeler, doğaüstü bir varlığın varolduğunu göstermeye yetmez.
Tanrı kavramındaki mantıksal çelişkiler
Tanrı kavramıyla ilgili ilk çelişki, yazının basında dile getirdiğimiz tanımı ile ilgili genel çelişkidir. yazının bu kısmından bu genel çelişkiden yola çıkarak, tanrı kavrdıbının içerdiği çeşitli sorunlardan bahsedeceğiz.
Örneğin, “Her şeye kadir bir varlığın herhangi bir niteliğe sahip olması mümkün olabilir mi?”. tanrı her şeye kadirse, tanrı hakkında hiçbir sınırlama getiremiyorsak, o zaman örneğin “tanrı birdir” nasıl diyebiliyoruz? Bu durumda “Bir” olma niteliği, bir’den fazla olma sansını sınırlamış olmuyor mu tanrının? Örneğin kendisi gibi ayni niteliklere sahip ikinci bir tanrıyı yaratabilme gücünü? Ya da kendisini yok edebilme gücünü?
Benzer şekilde bir varlığın “olumsuz” olması, ölme sansını, “var” olması, var olmama sansını, veya herhangi bir A niteliği, non-A niteliğine sahip olmasını sınırlamıyor mu tanrının?
Ya da doğaötesi bir kavramın tanımından çıkan bir baska sorun olarak, filozoflar “tanrı mantık ilkelerinin de üstünde midir?” sorununu dile getirmişlerdir.
mantık ilkelerini bilirsiniz. 1) A., A’dır. 2) A, non-A değildir. 3) A, ayni zamanda hem A, hem de non-A olamaz. Bunlar Aristo tarafından ilk olarak dile getirilmiş ve felsefe tarihi boyunca karşı çıkılmadan kullanılmış 3 temel mantık ilkesinin tanımıdır.
Her şeyin üstünde olduğu iddia edilen bir varlığın, mantık ilkelerinin de üstünde olup olmadığını sormak geçerli bir soru oluyor o zaman. Yani örneğin tanrı “Evli bir bekar”, “Daire seklinde bir kare”, ya da “Doğru olan bir yanlış önerme” yaratabilir mi?
Kısacası, ayrıntılı bir felsefi analize tabi tutulduğunda, tanrı inancı absürd denebilecek düzeyde saçma ve sağlıklı düşünen bir bireyin normal koşullarda kabul edemeyeceği bir kavramdır.
Fakat o zaman nasıl oluyor da dünya üzerindeki bu kadar insan böyle bir kavrama inanabiliyor? Bunun cevabi büyük ölçüde uygarlık tarihinde, sosyal mekanizmaların isleyişinde ve insan pgibolojisinde yatmaktadır.
insan sosyal bir varlık olmasaydı, tanrı kavramı ve ondan çıkan dinlerin uygarlık tarihinde yapıcı fonksiyonları olmasaydı ve obur dünya inancının pgibolojik açıdan pek çok insanin ihtiyaç duyduğu yapıcı bir yönü olmasaydı, tanrı kavrdıbının çocuk masallarından öte inanılır bir yönü olmazdı.
Peki o zaman tanrı kavramı bir ihtiyaç midir? Tanrıya inanmamak pgibolojik bozukluğa yol acar mi?
Aslında bizim düşüncemize göre, tanrı inancından kaynaklanan pgibolojik etkiler (ceza korkusu ve suçluluk duygusu), tanrıya inanmamaya göre daha zararlıdır. Ve bizce, ki bunu ateist kesim üzerinde yapılmış gözlemlere göre söylüyorum, yeterli bir entellektüel olgunlukla birleşmiş bir ateizm, kişide tanrı inancını bir ihtiyaç olmaktan çıkardığı gibi, pgibolojik acıdan daha sağlıklı bir hayat sürdürebilmeyi de sağlamaktadır.
Nitekim günümüzde, dinin diğer fonksiyonları (kanun ve düzen koyuculuk), bilimsel yöntemlerle diğer alanlara (bilimsel politika, hukuk, sosyoloji, vs) aktarılmış olduğu için aslında insanlık olarak dine ve tanrı inancına bir ihtiyacımız kalmamıştır.
Fakat toplumdan kısa surede bu inancı terk etmesini beklemek pratik acıdan pek mümkün değildir. Dolayısıyla, su anda insanlık bu inancı uygarlık geçmişinin bir mirası olarak taşıyor ve öyle görünüyor ki yakın gelecekte de bu durum değişme
başlık yok! burası bom boş!